çok

listen to the pronunciation of çok
Türkçe - İngilizce
much

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

I was much frightened at the sight. - Ben görünce çok korktum.

many

The accident has caused many deaths. - Kaza çok fazla ölüme neden oldu.

He has many enemies in the political world. - Politik dünyada pek çok düşmanı var.

very

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

These are very old books. - Bunlar çok eski kitaplar.

fair

The teacher was very fair when she marked our exams. - Öğretmen, sınavlarımızda not verirken çok adildi.

That's not very fair, is it? - Bu çok adil değil, değil mi?

good

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

She's a very good teacher. - O çok iyi bir öğretmendir.

affluent
ample
a lot

He caused his parents a lot of anxiety. - Ailesini çok endişelendirdi.

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

abundant

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

plenty

Tom certainly had plenty of opportunities to go to concerts while he was in Boston. - Tom Boston'da iken konserlere gitmek için kesinlikle çok fırsatı oldu.

Tom should have plenty of time. - Tom'un çok zamanı olmalı.

dead

Tom didn't know that Mary was already dead. - Tom Mary'nin çoktan öldüğünü bilmiyordu.

I'm not sure, but perhaps Tom is already dead. - Emin değilim ama belki de Tom çoktan öldü.

countless

He spent countless hours preparing for the test. - Teste hazırlanmak için çok saatler harcadı.

Countless lives have been lost. - Pek çok hayat kayboldu.

helluva
plenteous
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

lots of

In Venice, there are always lots of tourists. - Venedik'te her zaman çok turist vardır.

Listening to music is lots of fun. - Müzik dinlemek çok eğlenceli.

abounding
so much

I had no idea that Tom knew so much about zebras. - Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.

Don't worry about money so much. - Para için o kadar çok kaygılanma.

numerous

The king had numerous illegitimate children with her. - Kralın ondan çok sayıda gayrımeşru çocuğu vardı.

Numerous stars were visible in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız görünüyordu.

piping
hearty
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

like hell
heavy

The bag was too heavy for me to carry by myself. - Çanta benim tek başıma taşıyamayacağım kadar çok ağırdı.

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

bloody
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

lot

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

innumerable
big

Japanese tourists abroad are big spenders. - Yurt dışındaki Japon turistler çok para harcarlar.

It's very big of you to admit you're wrong. - Hatalı olduğunuzu kabul ettiğiniz için çok büyüksünüz.

hell of
badly

We are badly in need of food. - Bizim çok fazla yiyeceğe ihtiyacımız var.

The bread is cutting badly because it's very soft. - Ekmek çok yumuşak olduğu için zor kesiliyor.

thick on the ground
multi-

The multi-talented kid speaks 5 languages and plays 6 musical instruments. - Çok yetenekli çocuk 5 dil konuşuyor ve 6 müzik aleti çalıyor.

The city's multi-story buildings built in the 1940's are in danger of collapse. - Şehrin 1940'larda yapılmış çok katlı yapıları çökme tehlikesindeler.

most

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world. - Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.

unduly
hard

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

Praise stimulates students to work hard. - Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder.

extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

a good deal

It snowed a good deal last night. - Dün gece çok kar yağdı.

We learn a good deal at school. - Biz okulda çok şey öğrendik.

numerously
manifold
jelly

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

a raft of
profoundly
sore

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

bounteous
so
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

a great many

Tom has collected a great many butterflies. - Tom pek çok kelebek topladı.

A perfect knowledge of a few writers and a few subjects is more valuable than a superficial one of a great many. - Birkaç yazar ve birkaç konuyla ilgili mükemmel bir bilgi birçoklarıyla ilgili yüzeysel olan birinden çok daha değerlidir.

exceedingly
a great number of

There are a great number of schools in this city. - Bu şehirde çok sayıda okul vardır.

As a result of the war, a great number of victims remained. - Savaşın bir sonucu olarak, çok sayıda mağdur kaldı.

myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

substantially
(Argo) heaps
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

horrible

This medicine tastes horrible. - Bu ilaç çok kötü tadıyor.

I hate Sunday! It's a horrible day! - Pazar gününden nefret ediyorum! Çok kötü bir gün!

eminently
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla ağrıyor.

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

teem
high

It's high time you had a haircut. - Saç tıraşı olmanın zamanı çoktan geldi.

The price of this camera is very high. - Bu kameranın fiyatı çok yüksektir.

whaling
extreme

Tom is extremely sophisticated. - Ton son derece çok bilmiş.

We rejected Tom's suggestion as too extreme. - Biz Tom'un önerisini çok aşırı olarak reddettik.

uncommonly
(Denizbilim) multy
multiple

The test was multiple choice. - Test çoktan seçmeliydi.

Tom has multiple talents. - Tom'un birden çok yeteneği vardır.

round

It is very cold here all the year round. - Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

killing
long

I hope the bus will come before long. - Umarım otobüs çok geçmeden gelir.

Well, the night is quite long, isn't it? - Güzel, gece çok uzun, değil mi?

far

To take something too far. - Bir şey alamayacak kadar çok uzak.

He went so far as to call me a liar. - O, bana bir yalan söyleyecek kadar çok ileri gitti.

çok yönlü
versatile

Tom is a versatile kid. - Tom çok yönlü bir çocuk.

The programming language Java is highly versatile. - Programlama dili Java son derece çok yönlüdür.

çok önemli
(Hukuk) crucial

Tom made a crucial mistake. - Tom çok önemli bir hata yaptı.

Mental strength is crucial for success in any sports. - Zihinsel güç herhangi bir sporda başarı için çok önemlidir.

çok fazla
too much

You must not eat too much ice-cream and spaghetti. - Çok fazla dondurma ve spagetti yememelisin.

It is dangerous to drink too much. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

çok korkutmak
terrify
çok önemli
vital

She's vital to the mission. - O görev için çok önemlidir.

Your help is vital to the success of our plan. - Senin yardımın planımızın başarısı için çok önemlidir.

çok komik
very funny

That was very funny. Do it again! - Bu çok komikti. Tekrar yap!

Her hat looked very funny. - Onun şapkası çok komik görünüyordu.

pek çok
very much

We didn't talk very much. - Biz pek çok konuşmadık.

en çok
most

Football is the most known sport in the world. - Futbol, dünyada en çok bilinen spordur.

Windows is the most used operating system in the world. - Dünyada en çok kullanılan işletim sistemi Windows'tur.

az çok
more or less

He understands her problems more or less. - Onun sorunlarını az çok anlıyor.

I understand it more or less. - Bunu az çok anlıyorum.

çok yönlülük
versatility
çok az
too little

We drink too little water. - Biz çok az su içiyoruz.

We think too much and feel too little. - Çok fazla düşünüyoruz ve çok az hissediyoruz.

çok istemek
crave
çok çirkin
outrageous

What Tom said was outrageous. - Tom'un söylediği çok çirkindi.

çok istenen şey
prize
çok miktar
muckle
çok soğuk
freezing

It's freezing out here. - Burada dışarısı çok soğuk.

It's freezing in here. - Burada hava çok soğuk.

çok yaşa
bless you!
çok az
slightly

Tom sounded slightly jealous. - Tom çok az kıskanç görünüyordu.

I'm slightly worried about Tom. - Tom hakkında çok az endişeliyim.

çok büyük sayıda
myriad
çok daha fazla
much more
çok dikkatli
meticulous
çok dil bilen
multilingual
çok etkili şey
blockbuster
çok geçmeden
before long

I hope the bus will come before long. - Umarım otobüs çok geçmeden gelir.

Spring will be here before long. - Bahar çok geçmeden burada olacak.

çok hücreli
multicellular
çok ince kumaş
zephyr
çok istemek
aspire
çok istemek
covet
çok kötü
(Gıda) very bad

She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood. - O seninle konuşmayı reddedebilir çünkü o çok kötü bir ruh hali içinde.

Tom has a very bad reputation around town. - Tom şehrin civarında çok kötü bir üne sahiptir.

çok kötü
terrible

Smoking is terrible for your health. - Sigara içmek sağlığınız için çok kötüdür.

I think something terrible has happened to Tom. - Sanırım Tom'a çok kötü bir şey oldu.

çok kötü durumda
at a low ebb
çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
çok yönlü
well-rounded

Tom is a well-rounded individual. - Tom çok yönlü bir birey.

Tom is a well-rounded person. - Tom çok yönlü bir kişi.

çok yıllık
perennial
çok zayıf
skinny

Why are you so skinny? - Neden bu kadar çok zayıfsın?

çok çalıştırmak
overwork
çok ısınmak
overheat
çok giyilmiş
worn
çok güzel kız
peach
çok dar (giysi)
skintight
çok derin deniz
abyssal
çok düzenli
like clockwork
çok düzenli
precisely
çok düzenli
smoothly
çok düzenli bir şekilde
in apple-pie order
çok geç
at all hours
çok geç
too late

It is never too late to learn. - Öğrenmek için asla çok geç değildir.

It is too late to repent. - Tövbe etmek için çok geç.

çok geç olmadan
before it's too late
çok güvenilir
as good as gold
çok güvenmek
swear by
çok güzel
peachy
çok güzel
fine as a fiddle
çok güzel
divine
çok güzel
how about that?
çok güzel
ethel
çok güzel
(Argo) going off
çok güzel
super
çok güzel
adorable

I have bought an adorable doll for my granddaughter. - Torunum için çok güzel bir bebek satın aldım.

Tom and Mary's kids looked adorable. - Tom ve Mary'nin çocukları çok güzel görünüyorlardı.

çok güzel
very beautiful

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

çok güzel
spiffy
çok güzel
terrific
çok güzel
admirable
çok güzel
very good

This smells very, very good. - Bu çok, çok güzel kokuyor.

Your handwriting is very good. - Senin el yazın çok güzel.

çok güzel
inspired
çok güzel
(Argo) cool

It would be so cool if I could speak ten languages! - On dil konuşabilsem, çok güzel olur!

This website is so cool. - Bu web sitesi çok güzel.

çok güzel
scrumptious
çok güzel
spiffing
çok güzel
fabulous
çok güzel
magical

This fantasy book is a succession of really flashy magical spells and that makes it boring instead. - Bu fantezi kitap gösterişli çok güzel büyülerin bir birbirini izlemesidir ve onun yerine bu onu sıkıcı yapar.

çok güzel
that's great
çok güzel
slashing
çok güzel
(Konuşma Dili) a heaven on earth
çok güçlü
all powerful
çok güçlü
steel
çok güçlü
high-power
çok güçlü
concentrated
çok güçlü
concerted

Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak. - Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.

çok güçlü
high-powered
çok hafif (sesle)
(Muzik) pianissimo
çok ilginç
fascinating

This is a fascinating article. - Bu çok ilginç bir makale.

çok ilginç
how about that?
çok iğneli olta takımı
otter
çok korkunç
monstrous
çok kötü
abysmal
çok kötü
ghastly
çok kötü
vicious
çok kötü
unspeakable
çok kötü
atrocious
çok kötü
diabolical
çok kötü
bad

His behavior, as I remember, was very bad. - Onun davranışı, benim hatırladığım gibi, çok kötüydü.

How's it going? Not too bad. - Nasılsın? Çok kötü değil.

çok kötü
how about that?
çok kötü
egregious
çok kötü
abominable
çok kötü
evil

There is much evil in the world. - Dünyada çok kötülük var.

Some people are evil. - Bazı insanlar çok kötüdür.

çok kötü
deplorable

The road is in a deplorable state. - Yol çok kötü durumda.

çok kötü
nefarious
çok kötü
execrable
çok kötü
unmentionable
çok kötü
miserable

The experiment resulted in a miserable failure. - Deney çok kötü bir başarısızlıkla sonuçlandı.

The weather was miserable yesterday. - Hava dün çok kötüydü.

çok kötü
criminal
çok kötü
sad
çok kötü
wretched
çok kötü
awfully
çok küçük
wee
çok küçük
smallest

Moncalvo is the smallest Italian city. - Moncalvo çok küçük bir İtalyan şehridir.

çok küçük
fractional
çok küçük
diminutive
çok küçük
(Tıp) nano-
çok küçük
x-small
çok küçük
tiny
çok sayıda tür
(Bilgisayar) multiple types
çok soğuk (mevsim/hava)
hard
çok taraflı
(Hukuk) multilateral
çok uzun süre
aeon
çok yük
(Bilgisayar) high load
çok yüksek
(Askeri) very high

Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun. - Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.

The price of this camera is very high. - Bu kameranın fiyatı çok yüksektir.

çok yüksek
(Ticaret) exorbitant
çok zaman önce
a long time ago
çok çekici
tempting

I have to admit it's very tempting. - Onun çok çekici olduğunu kabul etmeliyim.

çok çirkin
hideous
çok önce
long before
çok önem taşımak
be of capital importance
çok önemli
sacrosanct
çok önemli
critical
çok önemli
considerable
çok önemli
a matter of life or death
çok önemli
fateful
çok önemli
a matter of life and death
çok önemli
red-letter
çok önemli
big deal

I thought this wasn't a big deal. - Bunun çok önemli olmadığını düşündüm.

It's a very big deal. - Bu çok önemli bir konu.

çok önemli
all-important
çok özür dilerim
i'm so sorry
çok üzgün
sick at heart
çok üzücü
heartbreaking
çok üzücü ve acıklı
tragic
çok üzülmek
deplore
çok-boyutlu
(Bilgisayar) multidimensional
çok sevinme
joy
çok daha
a great deal
çok sayı
dozen

I have a dozen reports to read. - Okuyacak çok sayıda raporum var.

Tom gave me a dozen cookies in a plastic bag. - Tom bana plastik bir torba içinde çok sayıda kurabiye verdi.

çok aldatıcı, çok desiseci
very catchy, very desise process
çok anlayışlı ve sezgili kimse
very insightful and sentient person
çok da umrumda
I don't (really) care
çok değil
not so much

çok değil ama olmasını istiyorum.

çok etkileyici
very impressive
çok isabetli
very accurate
çok sarhoş
very drunk
çok sinirlendirmek
to get very angry
çok yanlı antlaşma, cok taraflı antlaşma
(Ticaret) multilateral agreement
Türkçe - Türkçe
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir: "Sanırım ki anamı daha çok severim."- M. Ş. Esendal
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir
(Osmanlı Dönemi) UKAMİS
fena
deste
(Osmanlı Dönemi) UBR
geniş

New York'un caddeleri çok geniştir. - New York'un caddeleri çok geniş.

New York'un caddeleri çok geniş. - New York'un caddeleri çok geniştir.

düzine
(Osmanlı Dönemi) HUFAL
(Osmanlı Dönemi) NİHAYET
molto
piu
(Osmanlı Dönemi) kesîr
çok çok
En çok, en son, olsa olsa
Çok az
bir damla
Çok az
kıl payı
Çok az
apaz
Çok az
tadımlık
Çok az
kırk para
Çok az
bir karış
Çok büyük
ulu
Çok büyük
(Osmanlı Dönemi) MEFRAT
Çok derin
(Osmanlı Dönemi) KAUR
Çok derin
depderin
Çok eşli
poligam
Çok eşlilik
poligami
Çok fazla
dağ taş
Çok fazla
derecesiz
Çok geçmeden
yakında
Çok güzel
güpgüzel
Çok güzel
harikulade
Çok istemek
ısrar etmek
Çok iyi
pekala
Çok kötü
besbeter
Çok kötü
afet
Çok kötü
felaket
Çok küçük
küçücük
Çok sesli
polifonik
Çok seslilik
polifoni
Çok sevinme
(Osmanlı Dönemi) BATAR
Çok sevmek
bir şey için veya bir şeye deli olmak
Çok sevmek
deli olmak
Çok yönlü
polifonik
Çok önemli
ehem
Çok şey
(Osmanlı Dönemi) MECNEB
çok bilen
alçime
çok bilmiş
ecemiş
çok eşli
Aynı zamanda birçok kadınla evli olan (erkek) veya birçok erkekle evli olan (kadın), poligam
çok eşlilik
Karı veya kocadan herhangi birinin birden çok sayıda olmasının toplumsal olarak onayladığı evlilik biçimi, poligami
çok gizli
ektem
çok güzel
(Osmanlı Dönemi) cemile
çok hızlı
assai
çok iyi
ala
çok renkli
polikrom
çok sesli
Birçok değişik sesin bir araya gelmesiyle yapılan (müzik), polifonik
çok sesli
Çok seslilikle ilgili, polifonik
çok sesli
Dilde birçok sesi bildiren (harf), polifonik
çok seslilik
Birçok sesi müziğe uygun olarak yazma sanatı, polifoni
çok seslilik
Dilde bir harfin birden çok sesi karşılaması niteliği, polifoni
çok seslilik
polifonik
çok uluslu
İki veya daha çok ulusla ilgili olan; çeşitli ulusların katıldığı ortaklık
çok yönlü
Birçok konuda bilgi ve çalışması olan
çok yönlü
İkiden çok yönü olan
İngilizce - Türkçe

çok teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

çok programlı lise
Multi-programme high school
çok uluslu
multi national