تعريف içinde في التركية الإنجليزية القاموس.
- within
She will return within an hour.
- O bir saat içinde geri dönecektir.
Within hours, many of the other banks had to close.
- Saatler içinde, diğer bankaların çoğu kapanmak zorundaydı.
- in
- aboard
- deep down
He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried.
- Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.
- inly
- intro-
- from within
- withinside
- wherein
- inclusive of
- contained
The boy found the big box contained nothing but old newspapers.
- Çocuk, içinde eski gazetelerden başka hiçbir şey içermeyen büyük bir kutu buldu.
The box Tom gave me contained potatoes.
- Tom'un bana verdiği kutunun içinde patates vardı.
- including
- intra-
- hence
- on
- inside
The letter is inside the envelope.
- Mektup zarfın içinde.
Tom felt comfortable inside his sleeping bag.
- Tom uyku tulumunun içinde rahat hissetti.
- among
It is painful for me to see the name of the traitor among other names in the same sentence.
- Aynı cümle içinde diğer adların arasında hainin adını görmek benim için acı verici.
I lost him among the crowd.
- Onu kalabalığın içinde kaybettim.
- among: Misafirlerin içinde üç psikiyatr vardı. Among the guests were three psychiatrists. Böyle insanlar içinde yaşamak onların hoşuna gidiyor. They like living among such people
- in; within; included, including; aboard, on
- therein
- inside, within, in: Evin içinde saklandı. He hid inside the house. Kütüphane içinde ıslık çalınmaz! You don't whistle in a library! Bahçe içinde, güzel bir ev. It's a beautiful house, set in a garden
- inside of
There were many books inside of that box.
- O kutunun içinde birçok kitap vardı.
You really have to control your jealousy. It's like a beast inside of you.
- Gerçekten kıskançlığını kontrol etmek zorundasın. O senin içindeki bir canavar gibidir.
- included
We are all witnessed the unlucky incident included Tom.
- Tom’un da içinde olduğu talihsiz bir olaya hepimiz tanık olduk.
- full of: Yollar çamur içinde. The roads are very muddy. Eşyalar toz içindeydi. The furniture was thick with dust
- within, in the space of, before the end of, inside, inside of (a period of time): Bu iş bir yıl içinde bitmez. This job won't finish within a year
- amongst
- under, given: Bu şartlar içinde başka ne yapabilirim? Given these conditions, what else can I do?
- sub
We are in agreement on this subject.
- Bu konuda anlaşma içindeyiz.
The new subway enables me to get to school in 20 minutes.
- Yeni metro 20 dakika içinde okula gitmemi sağlamaktadır.
- ben
She bent her head in shame.
- O utanç içinde başını eğdi.
- ınside
The letter is inside the envelope.
- Mektup zarfın içinde.
Tom felt comfortable inside his sleeping bag.
- Tom uyku tulumunun içinde rahat hissetti.
- in the
I am uncomfortable in these new shoes.
- Bu yeni ayakkabıların içinde rahat değilim.
Was there fresh bread in the box?
- Kutunun içinde taze ekmek var mıydı?
- is in
- endo
- iç
- interior
Tom is an interior designer.
- Tom bir iç mimar olmak istedi.
You've done a wonderful job on the interior decoration.
- İç dekorasyon üzerine harika bir iş yaptın.
- iç
- {s} domestic
I prefer to buy domestic rather than foreign products.
- Yabancı ürünler yerine yerli ürünler almayı için tercih ederim.
The Government's domestic policy was announced.
- Hükümetin iç politikası açıklandı.
- iç
- inner
He looked confident but his inner feelings were quite different.
- Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.
Jupiter has four inner satellies: Metis, Adrastea, Amalthea, and Thebe. Their orbits are very close to the planet.
- Jüpiterin dört iç uydusu vardır: Metis, Adrastea, Amalthea ve Thebe. Onların uyduları gezegene çok yakındır.
- iç
- {s} internal
The ministry administers the internal affairs.
- Bakanlık iç işlerini yönetir.
That is an internal affair of this country.
- O, bu ülkenin iç işidir.
- içinde aç
- (Bilgisayar) open in
- içinde bul
- (Bilgisayar) find in
- içinde bulunan
- (İnşaat) intrinsic
- içinde bulunma
- (Felsefe) inclusion
- içinde bulunmak
- included
- içinde bulunmak
- be included
- içinde kalmak
- (deyim) engulf in
- içinde olmak
- included
- içinde olmak
- be included
- içinde olmak
- be implicit in
- içinde ortala
- (Bilgisayar) selection
- içinde yaşanmaz
- uninhabitable
- içinde yüzmek
- wallow in
- içinde bulunduğumuz günde
- we are in a day
- içinde bulunma
- in the presence
- içinde bulunulan zaman
- within the time
- içinde fırtına kopmak
- there is a a storm inside of me
- içinde fırtına kopmak
- feel enthusiasm
- içinde kalmak
- stuck in
i am stuck in the elevator - asansörün içinde kaldım.
- içinde maya bulunmayan
- not found in yeast
- içinde boğulmak
- be swamped with
- içinde kaybolmak
- 1. to vanish within (a place). 2. to be practically unnoticeable in. 3. (for an article of clothing) to be much too big for, swallow: Servet, Semih'in eski trençkotu içinde kayboldu. Semih's old trench coat swallowed Servet
- içinde kısayol
- (Bilgisayar) shortcut to in
- içinde mevcut
- inherent
- içinde olmak
- come to
- içinde olmak
- to be included
- içinde oturulabilir
- inhabitable
- içinde var olan
- in-built
- içinde yaşanabilir
- livable in
- içinde yuvarlanmak
- welter
- içinde yüzmek
- roll in
- içinde yüzmek
- 1. to be full of; to be covered in or with, be thick with: Şakir bit içinde yüzüyor. Şakir's covered with lice. 2. to have a great deal of, wallow in, swim in (wealth): Nazlı para içinde yüzüyor. Nazlı's wallowing in money. 3. (for an article of clothing) to be far too big for, swallow: O ceketin içinde yüzüyorsun. That sports coat swallows you
- içinde, içerisinde
- (Hukuk) within
- iç
- {i} inside
There are two zombies inside my house.
- Evimin içinde iki tane zombi var.
I opened the box and looked inside.
- Kutuyu açtım ve içine baktım.
- iç
- intrinsic
- merak içinde
- anxious
- kanlar içinde kalmak
- be drenched in blood
- gizlilik içinde
- under wraps
- hepsi içinde
- (Ticaret) all-inclusive
- iç
- interrior
- refah içinde
- affluent
- telaş içinde
- in a hurry
- zaman içinde
- (deyim) in due course
- beklenti içinde olmak
- anticipate
- -in içinde
- inside of
- -ki içinde
- in what
- -ki içinde
- of what
- acele içinde olan
- hurried
- adres içinde
- (Bilgisayar) inside address
- ahenk içinde
- in harmony
- alevler içinde
- afire
- anlaşma içinde
- concurrent
- aralık içinde
- (Bilgisayar) in range
- az zaman içinde
- soon
- barış içinde
- peacefully
- barış içinde
- in peace
- beklenti içinde olmak
- hope
- beklenti içinde olmak
- expect
- birlik içinde
- in concert
- bu hafta içinde
- later this week
- bu süre içinde
- in the meantime
- bu yıl içinde
- later this year
- bunların içinde
- among these
- cam içinde
- (Gıda) in vitro
- canlı içinde
- (Gıda) in vivo
- dehşet içinde
- in dismay
- dehşet içinde
- aghast
- dehşet içinde
- with dismay
- durgunluk içinde enflasyon
- stagflation
- duvarlar içinde
- intramural
- endişe içinde
- in a sweat
- endişe içinde
- on tenterhooks
- ev içinde olan
- indoor
- evin içinde
- in the house
- eşgüdüm içinde
- in coordination
- gemi içinde
- shipboard
- gemi içinde
- on ship
- gemi içinde
- amidships
- gereksinim içinde olmak
- be in need of
- grup içinde
- in group
- gölgeler içinde
- shady
- gün içinde
- today
- hafta içinde
- during the week
- hakaret etmek herkesin içinde
- affront
- hepsi içinde
- in all
- heyecan içinde
- astir
- huzur içinde
- at peace
- ilişki içinde
- of relevance
- in içinde
- inside of
- iç
- interior equipment
- iç
- offal
- iç
- internus
- iç
- intestines
- iç
- stomach
Drinking on an empty stomach is bad for your health.
- Boş mideyle içki içmek sağlığa zararlıdır.
You shouldn't drink on an empty stomach.
- Boş bir mideyle içki içmemelisin.
- iç
- indoor
Keep the kids indoors.
- Çocukları içeride tutun.
Tom sometimes wears sunglasses indoors.
- Tom bazen içerde güneş gözlüğü takar.
- iş içinde sikiş
- (Ev ile ilgili) subject is not pertinent to the conversation
- iş içinde sikiş
- (Ev ile ilgili) not relevant to the topic at hand
- iş içinde sikiş
- (Ev ile ilgili) diverting the conversation with an off-topic subject
- kan ter içinde
- in a sweat
- kendi içinde
- in itself
This substance is not poisonous in itself.
- Bu madde kendi içinde zehirli değildir.
Technology is in itself meaningless unless it serves mankind.
- Teknoloji insanlığa hizmet etmedikçe kendi içinde anlamsızdır.
- ki içinde
- wherein
- kist içinde bulunan tümör
- (Tıp) encysted tumor
- kriz içinde
- crisis ridden
- merak içinde bırakmak
- worry
- merak içinde olan
- worried
- mücadele içinde
- in struggle
- nur içinde yat
- rest in peace
- patlama içinde olmak
- boom
- saygı içinde
- reverentially
- sefalet içinde
- wretchedly
- servet içinde yüzmek
- wallow in wealth
- stres içinde
- tense
- süresi içinde
- within
- süreç içinde
- (Ticaret) in process
- tepsi içinde
- (Bilgisayar) in tray
- ter içinde kalmak at
- lather
- tereddüt içinde
- reluctantly
- tereddüt içinde
- undecided
- tümü içinde
- (Bilgisayar) all in
- uygunluk içinde
- (Kanun) in conformity with
- uyum içinde
- harmonizing
- uyum içinde
- harmonizingly
- uyum içinde
- compatible
- uyum içinde
- accordantly
- uyum içinde
- in accord
- uyum içinde
- in concert
- yoksulluk içinde
- in poverty
- yurt içinde üretilen
- (Gıda) home-grown
- ülke içinde
- (Ticaret) domestically
- ızdırap içinde
- in pain
- şüphe içinde
- skeptical
- şüphe içinde
- suspicious
- iç
- {f} swig
He drank a great swig from the bottle.
- O, şişeden büyük bir yudum içti.
If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets.
- Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.
- iç
- in
- iç
- knock back
- iç
- {i} within
I will answer within three days.
- Üç gün içinde cevap vereceğim.
She will return within an hour.
- O bir saat içinde geri dönecektir.
- iç
- endo-
- iç
- intra
We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here.
- Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.
- iç
- inland
- iç
- {f} drink
Most Japanese drink water from the tap.
- Çoğu Japon, suyu musluktan içer.
Do you have alcohol-free drinks?
- Alkolsüz içecekleriniz var mı ?
- iç
- quaff
- iç
- {f} drinking
Drinking much is dangerous.
- Çok fazla içmek tehlikelidir.
He began his meal by drinking half a glass of ale.
- Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.
- iç
- drank
After taking a bath, I drank some soft drink.
- Duş aldıktan sonra biraz meşrubat içtim.
John drank many bottles of wine.
- John birçok şişe şarap içti.
- iç
- stuffing
- iç
- bowels
- arayış içinde
- In pursuit of ..., in search of ..., in quest for
- kan revan içinde
- covered with blood
- kan revan içinde
- bleeding profusely
- panik içinde
- panic
- su içinde easily
- at least
- uzun zaman içinde gerçekleşen
- to take place over a period of timeto develop graduallygradual developmentslow progress/to progress slowly
- şatafatla, lüks içinde
- with luxury, in luxury
- aracın içinde olan, aracın içinde olma hali
- (Askeri) inboard
- gelecek ay içinde
- (Ticaret) proximo
- gözyaşları içinde
- in tears
- iki gün içinde
- within the next two days
- iç
- stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
- iç
- the interior, the inside, the inner part or surface
- iç
- domestic, internal (as opposed to foreign)
- iç
- core
- iç
- inward
A ghost is an outward and visible sign of an inward fear.
- Bir hayalet içe dönük bir korkunun dışa dönük ve görünür işaretidir.
The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook.
- Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.
- iç
- intestine
- iç
- inland (as opposed to coastal)
- iç
- (a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
- iç
- inner, inside; interior; internal
- iç
- guts
Tom doesn't have the guts to do that.
- Tom'un onu yapmak için cesareti yok.
No one seems to have the guts to do that anymore.
- Artık hiç kimsenin onu yapmak için cesareti var gibi görünmüyor.
- iç
- inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
- iç
- insides, innards (internal organs of a person or animal)
- iç
- inlying
- iç
- civil
The civil war in Greece ended.
- Yunanistan'da iç savaş sona erdi.
Davis did not want civil war.
- Davis, iç savaş istemiyordu.
- iç
- inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
- iç
- refill
Tom grabbed his mug and walked into the kitchen to get a refill.
- Tom kupasını aldı ve yeniden doldurmak için mutfağa gitti.
Tom held his cup out for Mary to refill it.
- Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.
- iç
- (Hukuk) domestic, inner, internal
- iç
- inside , internal , intrinsic
- iç
- endo
- iç
- {i} kernel
Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels.
- Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.
- iç
- biennial
- iç
- knockback
- iç
- entrails
- iç
- inset
- iç
- breast
2005 was a bad year for music sector. Because Kylie Minogue caught breast cancer.
- 2005, müzik sektörü için kötü bir yıldı. Çünkü Kylie Minogue meme kanserine yakalandı.
Smoking can cause breast cancer.
- Sigara içmek meme kanserine neden olabilir.
- iç
- juvenilia
- iç
- nucleus
Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons.
- Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.