çoklu

listen to the pronunciation of çoklu
التركية - الإنجليزية
plural
Multiple, plurality of something
multiplet
(Askeri) multiplex
poly
multiple

Tom suffers from multiple sclerosis. - Tom çoklu doku sertleşmesinden muzdarip.

Multiple injuries have been reported. - Çoklu yaralanmalar bildirildi.

(Bilgisayar,Teknik) byte
multiplicate
multiunit
multi

I'm not good at multitasking. - Çoklu görevde iyi değilim.

I've tried to stop multitasking. - Çoklu görevi durdurmaya çalıştım.

çok
much

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

I was much frightened at the sight. - Ben görünce çok korktum.

çok
many

Indonesia consists of many islands and two peninsulas. - Endonezya çok fazla adadan ve iki yarımadadan oluşur.

The accident has caused many deaths. - Kaza çok fazla ölüme neden oldu.

çok
very

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

çoklu seçim
(Bilgisayar) multi select
çoklu seçim
(Bilgisayar) multiple selection
çoklu karşılaştırma testi
(İstatistik) Multiple comparision test
çoklu skleroz
multiple sclerosis
çoklu zeka kuramı
theory of multiple intelligences
çoklu adres
multi-address
çoklu alan
multi-field
çoklu delgi
multiple punch
çoklu disiplinli IKK
(Askeri) multidiscipline counterintelligence
çoklu entegre harekat planı (SIOP) seçeneği
(Askeri) non-Single Integrated Operational Plan (SIOP) option
çoklu erişim
multi-access, multiple access
çoklu erişim tahsisi talebi
(Askeri) demand assigned multiple access
çoklu erişimli ticari uydu
(Askeri) multiple access commercial satellite
çoklu iyonlaşma
multiple ionization
çoklu işlemci
multiprocessor
çoklu kanal harekat hat değerlendiricisi
(Askeri) multichannel operational line evaluator
çoklu kaydetme
multiple recording
çoklu komuta gerektiren harekat imkan ve kabiliyeti
(Askeri) multicommand required operational capability
çoklu liste
multi-list
çoklu rotalama
multiple routing
çoklu yöneltme
multiple routing
çoklu yönetim
(Ticaret) multiple management
çoklu yönlendirme
(Bilgisayar) multiple routing
çoklu ödeme
multiple payment
çoklu-nokta
(Bilgisayar) multi-spot
çoklu-spektrumlu görüntüleme
(Askeri) multi-spectral imagery
çok
so
çok
fair

That's not very fair, is it? - Bu çok adil değil, değil mi?

Tom became fairly fluent in French after about three years of intense study. - Yaklaşık üç yıl süren yoğun çalışmadan sonra Tom Fransızcada çok akıcı oldu.

çok
too

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

çok
good

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

I hear he is good at mahjong. - Onun Mahjong'da çok iyi olduğunu duydum.

çok
such

Thank you very much for sending me such a nice present. - Bana böyle hoş bir hediye gönderdiğin için çok teşekkür ederim.

You do such a thing once too often and get punished. - Öylesine bir şeyi bir kez çok sık yaparsın ve cezalandırılırsın.

çok
big

Those shadows appeared in a way like giant dinosaurs, with a long neck and a very big jaw without teeth. - Bir bakıma uzun boyunlu ve dişsiz çok büyük çenesi olan dev dinozorlar gibi şu görüntüler ortaya çıktı.

It's very big of you to admit you're wrong. - Hatalı olduğunuzu kabul ettiğiniz için çok büyüksünüz.

çok
affluent
çok
ample
çok
a lot

He caused his parents a lot of anxiety. - Ailesini çok endişelendirdi.

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

çok
abundant

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

çok
plenty

Tom should have plenty of time. - Tom'un çok zamanı olmalı.

There's no need to hurry. We have plenty of time. - Acele etmeye gerek yok. Çok zamanımız var.

çok
{s} tidy

Tom is very tidy, isn't he? - Tom çok düzenli, değil mi?

Mary's apartment is very tidy. - Mary'nin dairesi çok düzenli.

çok
dead

God is dead. And I don't feel so good either. - Tanrı öldü ve ben de çok iyi hissetmiyorum.

Tom didn't know that Mary was already dead. - Tom Mary'nin çoktan öldüğünü bilmiyordu.

çok
countless

Countless stars were twinkling in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız parlıyordu.

Countless lives have been lost. - Pek çok hayat kayboldu.

çok
helluva
çok
plenteous
çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok
lots of

I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind. - Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.

Listening to music is lots of fun. - Müzik dinlemek çok eğlenceli.

çok
abounding
çok
so much

What happened to make you laugh so much? - Sizi çok güldürecek ne oldu?

You must not depend so much on others. - Diğerlerine çok fazla bağımlı olmamalısın.

çok
numerous

There are numerous reasons to be hopeful. - Umutlu olmak için çok sayıda sebep var.

When I went into his room, he showed me the numerous trophies he had won during the twenty years he had played golf. - Onun odasına girdiğimde, golf oynadığı yirmi yıl süresince kazandığı çok sayıda kupayı bana gösterdi.

çok
piping
çok
hearty
çok
{i} Lot

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

çok
{s} precise

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok
like hell
çok
heavy

The traffic is heavy here. - Trafik burada çok yoğundur.

The bag was too heavy for me to carry by myself. - Çanta benim tek başıma taşıyamayacağım kadar çok ağırdı.

çok
bloody
çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
innumerable
çok
awful

Tom does seem awfully tired. - Tom çok yorgun görünüyor.

There are very few shops and the cinema is awful. - Burada çok az mağaza var ve sinema da korkunç.

çok
sorely
çok
hell of
çok
badly

It would be unfair if we treated him so badly. - Biz ona çok kötü davranırsak, haksızlık olur.

We are badly in need of food. - Bizim çok fazla yiyeceğe ihtiyacımız var.

çok
thick on the ground
çok
multi-

New York is a multi-racial city. - New York çok ırklı bir şehirdir.

The city's multi-story buildings built in the 1940's are in danger of collapse. - Şehrin 1940'larda yapılmış çok katlı yapıları çökme tehlikesindeler.

çok
most

Football is the most known sport in the world. - Futbol, dünyada en çok bilinen spordur.

There were many guests - most of them were our teacher's classmates and friends. - Çok sayıda misafir vardı-onlardan çoğu bizim öğretmenin sınıf arkadaşları ve arkadaşlarıydı.

çok
unduly
çok
hard

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

English is pretty hard, isn't it? - İngilizce çok zor, değil mi?

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
a good deal

He feels a good deal better than yesterday. - Düne göre çok daha iyi hissediyor.

She spent a good deal of money on her vacation. - O, tatiline çok para harcadı.

çok
numerously
çok
manifold
çok
jelly

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

çok
a raft of
çok
profoundly
çok
sore

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

çok
bounteous
çok
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

çok
a great many

There are a great many forest fires in America. - Amerika'da pek çok orman yangını var.

A perfect knowledge of a few writers and a few subjects is more valuable than a superficial one of a great many. - Birkaç yazar ve birkaç konuyla ilgili mükemmel bir bilgi birçoklarıyla ilgili yüzeysel olan birinden çok daha değerlidir.

çok
exceedingly
çok
a great number of

As a result of the war, a great number of victims remained. - Savaşın bir sonucu olarak, çok sayıda mağdur kaldı.

A great number of students battled for freedom of speech. - Çok sayıda öğrenci konuşma özgürlüğü için savaştı.

çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
substantially
çok
(Argo) heaps
çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
horrible

You must feel horrible. - Kendini çok berbat hissediyor olmalısın.

This medicine tastes horrible. - Bu ilacın tadı çok kötü.

çok
eminently
çok
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

You speak tremendously fast. - Çok hızlı konuşuyorsun.

çok
teem
çok
high

Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun. - Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.

The kangaroo jumps very high. - Kangurular çok yüksek sıçrarlar.

çok
whaling
çok
extreme

Tom is extremely sophisticated. - Ton son derece çok bilmiş.

Difference between the past, present, and future is nothing but an extremely widespread illusion. - Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım sadece çok yaygın yanılsamadan başka bir şey değildir.

çok
uncommonly
çok
(Denizbilim) multy
çok
multiple

Tom gave Mary some advice on how to pass multiple-choice tests. - Tom Mary'ye çoktan seçmeli testleri nasıl geçeği konusunda biraz tavsiye verdi.

Tom claimed that his father had raped him on multiple occasions. - Tom babasının birden çok kez ona tecavüz ettiğini iddia etti.

çok
round

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

It is very cold here all the year round. - Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.

çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

Well, the night is quite long, isn't it? - Güzel, gece çok uzun, değil mi?

He began by saying that he would not speak very long. - O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.

çok
far

Jane's farewell speech made us very sad. - Jane'in veda konuşması bizi çok üzdü.

To take something too far. - Bir şey alamayacak kadar çok uzak.

çok
extremely

Tom and his brothers are extremely close. - Tom ve erkek kardeşleri çok yakındır.

Tom is extremely sophisticated. - Ton son derece çok bilmiş.

çok
several

The multinational corporation lowered the price of several products. - Çok uluslu ticaret şirketleri çok sayıda ürünün fiyatını düşürdü.

Several slight shocks followed the earthquake. - Depremi çok sayıda hafif şoklar izledi.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
infinitely

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
along with a lot
çok
right

Tom looks like he's too tired to help us right now. - Tom şu anda bize yardım edemeyecek kadar çok yorgun görünüyor.

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

çok
per-
çok
more

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

Jon is far more attractive than Tom. - Jon, Tom'dan çok daha çekicidir.

çok
no end of
çok
oceans of
çok
good and
çok
some few
çok
enormously

Tom is an enormously gifted musician. - Tom çok yetenekli bir müzisyen.

I've always admired you enormously. - Sana her zaman çok hayran oldum.

çok
awfully

I'm awfully sorry that I was late. - Ben geç kaldığım için çok üzgünüm.

Tom can be awfully stubborn. - Tom çok inatçı olabilir.

çok
madly
çok
soaking
çok
vast

There was nothing wrong with their ability, it was just that the expense for each unit was so vast that the cost performance was bad. - Onların yeteneğiyle ilgili yanlış bir şey yoktu, o sadece maliyet performansı kötü olan her bir ünite için giderin çok yüksek olmasıydı.

There is a vast difference between being able to make oneself understood in English and mastering the English language perfectly. - Kendini İngilizce olarak ifade edebilmek ve İngiliz dilini mükemmel şekilde öğrenmek arasında çok büyük bir fark var.

çok
power

Some people think the government has way too much power. - Bazı insanlar hükümetin oldukça çok fazla gücünün olduğunu düşünüyor.

Tom has a lot of will power. - Tom'un çok fazla irade gücü vardır.

çok
excess

She smokes excessively. - O çok fazla sigara içiyor.

You shouldn't eat to excess. - Çok fazla yememelisin.

çok
strongly

I feel very strongly about this. - Bu konuda çok güçlü hissediyorum.

Tom feels very strongly about this. - Tom bu konuda çok güçlü hissediyor.

çok
not half
çok
multi

Find multilingual sentence equivalents at Tatoeba.org. - Tatoeba.org da çok dilli cümle benzerlerini bulun.

But that's not the whole picture. Tatoeba is not just an open, collaborative, multilingual dictionary of sentences. It's part of an ecosystem that we want to build. - Ama bütün resim bu değil. Tatoeba sadece açık, işbirlikçi, çok dilli cümleler sözlüğü değildir. O, yapmak istediğimiz bir ekosistemin parçasıdır.

çok
stinking
çok
ever so
çok
positively
çok
terribly

I was terribly confused by his question. - Sorusuna çok şaşırdım.

Fadil knew that something was terribly wrong. - Fadıl bir şeylerin çok yanlış olduğunu biliyordu.

çok
full

The man returned from his vacation full of beans. - Adam tatilinden çok enerjik döndü.

You are really full of curiosity, aren't you? - Gerçekten çok meraklısın, değil mi?

çok
rattling
çok
rich

I am poor, whereas my brothers are very rich. - Ben fakirim, oysa erkek kardeşlerim çok zengin.

Tom said jokingly that he was not very rich. - Tom şakayla çok zengin olmadığını söyledi.

çok
any number of
çok
unusually
çok
highly

I think it's highly unlikely that we'll ever get any help from the national government. - Ben, ulusal hükümetten herhangi bir yardım almamızın çok olası olmadığını düşünüyorum.

Corn is the most highly subsidized crop in America. - Mısır, ABD'de en çok mali destek alan tarım ürünüdür.

çok
considerably

The cost of building the new hospital was considerably higher than first estimated. - Yeni hastane binasının maliyeti İlk tahmin edilenden çok daha yüksektir.

çok
above

The plane was flying far above the clouds. - Uçak, bulutların çok üzerinde uçuyordu.

He values honor above anything else. - O, onura her şeyden daha çok değer verir.

çok
wildly
çok
some little
çok
extensively
çok
copious
çok
dreadfully
çok
a lot of

I plan to invite a lot of guests to the opening ceremony. - Açılış törenine çok misafir davet etmeyi planlıyorum.

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

çok
immensely
çok
many more
çok
in the extreme
çok
simply

There are very many people who read simply to prevent themselves from thinking. - Kendilerini düşünmekten engellemek için sadece okuyan pek çok insan vardır.

This is why Tatoeba is multilingual. But not that kind of multilingual. Not the kind where languages are simply being paired up together, and where some pairs are left behind. - Tatoeba'nın çok dilli olmasının nedeni budur. Fakat o tür çok dilli değil. Dillerin sadece birlikte eşleştirildiği ve bazı çiftlerin geride bırakıldığı tür değil.

çok
poly

Polyglots are much sexier. - Çok dil bilenler çok daha seksidirler.

It doesn't require you to be a polyglot. - Çok dil bilen biri olmanızı gerektirmiyor.

çok
hugely

The austerity measures that many city governments have implemented are hugely unpopular. - Pek çok kent yöneticilerinin uyguladığı kemer sıkma politikası son derece sevimsizdir.

çok
terrifically
çok
large

These dresses are too large. - Bu elbiseler çok büyük.

This bird's large wings enable it to fly very fast. - Bu kuşun büyük kanatları onun çok hızlı uçmasını sağlar.

çok
only too

I'd be only too pleased to help you! - Size yardım etmekten çok memnun olacağım!

She was only too glad to help us. - O bize yardım etmek için sadece çok sevinçliydi.

çok
numbers of
çok
roaring
çoklu işlem
multiprocess
çoklu işlem
multiprocessing
Çok
gobs of
çok
multitudinous
çok
well

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

Tony can play tennis very well. - Tony, çok iyi tenis oynayabilir.

çok
a great deal

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

He made a great deal of money selling milk. - O süt satarak çok para yaptı.

çok
the so
çok
to bits
Müşterek Çoklu-Taktik Sayısal Bilgi Bağlantısı (Multi
(Askeri) Joint Multi-Tactical Digital Information Link (Multi-TADIL) Standards Working Group
Sınır Tanımayan Doktorlar; görev destek kuvveti; çoklu muhabere formatı
(Askeri) Medicins Sans Frontieres ("Doctors Without Borders"); mission support force; multiplex signal format
arazi çoklu birliği
(Askeri) contour multiunit
donanma çoklu kanal
(Askeri) fleet multichannel
hedef tanıma taarruz çoklu sensörü
(Askeri) target recognition attack multisensor
html çoklu ortam
(Bilgisayar) html multimedia
paralel izleme çoklu birlik dönüşü; hasta sevk talebi; hasta sevk ihtiyacı
(Askeri) parallel track multiunit return; patient movement request; patient movement requirement
paralel izleme çoklu birliği; yolculuk malzemesi; hasta sevki; koruyucu hekimlik
(Askeri) parallel track multiunit; passage material; patient movement; preventive medicine; program manager; provost marshal
paralel çoklu birlik döngüsü; kısmi görev yapabilir
(Askeri) parallel multiunit circle; partial mission-capable
sahra elkitabı (Kara Kuvvetleri); mali yönetim; aydınlatma çoklu birimi; kuvvet
(Askeri) field manual (Army); financial management; flare multiunit; force module; frequency modulation; functional manager
standart Kara Kuvvetleri çoklu komuta yönetim bilgi sistemi
(Askeri) standard Army multi-command management information system
tek yönlü parallel sıralı çoklu birlik
(Askeri) parallel track multiunit non-return
zaman bölmeli çoklu erişim
(Askeri) time division multiple access
çift tonlu çoklu frekans
(Askeri) dual tone multi-frequency
çok
poly-
çok
damned

Fuck, I cannot sleep because those damned owls are hooting so loudly. - Lanet, uyuyamıyorum çünkü o lanet baykuşlar çok yüksek sesle ötüyorlar.

çok
hell

Oh, hello. It's quite hot today really! - Oh merhaba. Bugün hava gerçekten çok sıcak!

çok
plenty of

There's no need to hurry. We have plenty of time. - Acele etmeye gerek yok. Çok zamanımız var.

As a new father, I gave my first child plenty of books. - Yeni bir baba olarak, ben ilk çocuğuma pek çok kitap verdim.

çok
many, much; very; so; a lot (of), lots (of), plenty (of), a deal (of), a good deal of, a great deal (of); too, extremely, awfully, dreadfully; abundant
çok
greatly

I was greatly impressed by the speech. - Onun konuşmasından çok fazla etkilendim.

The news disturbed her greatly. - Haber onu çok rahatsız etti.

çok
acres and acres
çok
much; many, a lot of, lots of, plenty of
çok
deeply

I was deeply moved by that. - Ondan çok etkilendim.

I feel for you deeply. - Ne çektiğini çok iyi anlıyorum.

çok
precious

We have precious little time. - Değerli çok az zamanımız var.

These books are very precious to us. - Bu kitaplar bizim için çok değerli.

çok
heavily

They could not set out because it snowed heavily. - Yola koyulamadılar çünkü çok kar yağdı.

It rained heavily, and consequently the baseball game was called off. - Çok yağmur yağdı ve dolayısıyla beyzbol maçı iptal edildi.

çok
largely

The audience was largely made up of very young children. - Seyirci çoğunlukla çok küçük çocuklardan oluşuyordu.

çok
loads of
çok
heartily
çok
heaps of
çok
over

A lot of people want peace all over the world. - Dünyanın her yerinde çok sayıda insanlar barış istiyorlar.

Don't mourn over the loss of your loved one too long. - Sevdiğin birinin kaybına çok uzun süre ağlama.

çok
fantastically
çok
very much

Thank you very, very much! - Sana çok, çok teşekkürler!

I am very much relieved to know that. - Onu bildiğim için çok rahatladım.

çok
jolly
çok
galore
çok
often, long (time)
çok
beast

You're a beast! You haven't even missed one question! - Sen sorularda çok iyisin! Birtek soruda başarısız olmadın!

These beasts are very friendly. - Bu canavarlar çok cana yakın.

çok
perishingly
çok
rattle
çok
{s} profuse

Tom was sweating profusely after a half an hour on the treadmill. - Tom, koşu bandındaki yarım saatten sonra çok terliyordu.

çok
thundering
çok
tireless
çok
terrible

You're so good at writing. I'm terrible. - Yazma konusunda çok iyisin. Ben kötüyüm.

I am in a terrible dilemma. - Çok kötü bir ikilemdeyim.

çok
whopping
çok
be thick with
çok
spanking
çok
whacking
التركية - التركية
İçinde birden çok işlev barındıran
çoklu mantıkçılık
(Para) Farklı gruptan insanların farklı biçimlerde düşüneceğini iddia etmek. İnsanların ait olduğu sosyal sınıfa, milliyetine, veya ırkına göre farklı mantık kurma, farklı akıl yürütme biçimleri olacağını savunmak. Marksist ideolojiye göre bir proleter ile bir burjuvanın mantığı ayni değildir
çoklu skleroz
(Tıp, İlaç) Çoklu skleroz ya da multiple skleroz, beyni ve omuriliği tutan özbağışıklık hastalığır. Kısaca MS olarak anılır. Nörotravmanın ardından genç erişkinlerde en sık görülen nörolojik bozukluktur. Sadece ABD'de yaklaşık 350.000-400.000 doktorlarca tanı konmuş kişi vardır. Hastalığın nedeni daha tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte, genetik ve çevresel etkenlerin birleşimiyle ortaya çıktığına inanılmaktadır. Çeşitli tipleri olsa da tümü merkezi sınır sisteminin (MSS) yangısı (enflamasyonu) ile nitelenir ve miyelinsizleşme (sınır dokusunu saran özel miyelin proteinin bağışıklık sistemince yok edilmesi) ile ilerlemektedir. Başka bir deyişle MS, MSS'nin miyelinsizleşmesini ve yangısını içeren bir özbağışıklık hastalığıdır. Özbağışıklık; kısaca bağışıklık sisteminin kişinin kendi hücrelerini tanıyamaması, bunun sonucunda vücuda yabancı madde sanıp yok etmeye çalışması ve sonuç olarak vücudun kendi kendine zarar vermesi olarak açıklanabilir. MS'de ise bağışıklıl sisteminin tanıyamadığı bağıştıranlar (antijen) miyelinlerdir (myelin baz proteini ve myelin oligodendrosit glikoprotein gibi). MS hastalığında bağışıklık sistemde asıl sorumlu tutulan bağışıklık sistemi hücreleri ise T-hücreleri'dir
çoklu zeka kuramı
(Eğitim) Çoklu zeka kuramı Howard Gardner tarafından 1983 yılında geliştirilmiştir.Gardner, zekayı “problem çözme kapasitesi ya da değerli bir veya birden çok kültürel yapı ürününe şekil vermek” olarak tanımlamaktadır.Gardner’a göre çoklu zeka kuramının temelinde biyolojik ve kültürel boyutlar yer almaktadır. Zekanın oluşumunda biyolojik ve çevresel etkenler vardır.Bunlar;kaynaklara ulaşım şansı,kültürel etkenler,coğrafi etkenler,ailesel etkenlerdir.Bu etkenlere bağlı olarak zekanın değişik boyutları artabilir veya eksilebilir. Howard Gardner'e göre zekanın özellikleri: Sekiz zeka alanı vardır,zekanın belirli bir ölçütü yoktur,her insan kendisine göre bu zeka alanlarını kullanabilir,bu zeka alanları farklı alanlar da olsa zeka bir bütündür,bu zeka alanları güçlendirilebilir
çoklu ortam
Bilgisayarda metin, grafik, ses, canlandırma unsurlarını birleştirerek sunan ortam
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Çok
(Osmanlı Dönemi) UKAMİS
Çok
fena
Çok
deste
Çok
(Osmanlı Dönemi) UBR
Çok
geniş

New York'un caddeleri çok geniş. - New York'un caddeleri çok geniştir.

New York'un caddeleri çok geniştir. - New York'un caddeleri çok geniş.

Çok
düzine
Çok
(Osmanlı Dönemi) HUFAL
Çok
(Osmanlı Dönemi) NİHAYET
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir: "Sanırım ki anamı daha çok severim."- M. Ş. Esendal
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir
çok
molto
çok
piu
çok
(Osmanlı Dönemi) kesîr