تعريف the devil في الإنجليزية التركية القاموس.
- şeytan
Şeytanı an, Kathy'i gör.
- Speak of the devil, here comes Kathy.
Tom şeytanın avukatını oynamada çok iyi değildir.
- Tom isn't very good at playing the devil's advocate.
- allah belâsını versin
- kör şeytan
- hay aksi
- devil
- {i} iblis
İblis bir sincap olabilir ama bütün sincaplar iblis değildir.
- The devil may be a squirrel, but not all squirrels are the devil.
- devil
- {i} şeytan
Bir kişi bir şeyi ödünç alırken bir melek yüzüne sahip olur fakat onu geri getirirken şeytan yüzüne sahip olur.
- A person will have the face of an angel when borrowing something, but the face of the devil when returning it.
Tom şeytanın avukatını oynamada çok iyi değildir.
- Tom isn't very good at playing the devil's advocate.
- devil
- ifrit
- devil
- cehennem zebanisi
- devil
- yezit
- devil
- maltız
- devil
- cin
- devil
- asfalt ısıtıcısı
- fallen
- düşen
Düşen kayalar yolu kapattı.
- Fallen rocks blocked the road.
Düşen kayalar yolu kapattı.
- Fallen rocks blocked the way.
- The devil!
- Vay canına!
- devil
- (the ile) şeytan
- devil
- kötü ruh
- dickens
- şeytan
- fallen
- düşmüş
Bahçe düşmüş yapraklarla kaplıydı.
- The garden was covered with fallen leaves.
Düşmüş bir ağaç patikayı kapadı.
- A fallen tree blocked the path.
- fallen
- fethedilmiş
- fallen
- şehit
- fallen
- düşkün
- fallen
- {f} düş
Eğer onu kolundan yakalamasaydı, göletin içine düşmüş olacaktı.
- She would have fallen into the pond if he had not caught her by the arm.
Bahçe düşmüş yapraklarla kaplıydı.
- The garden was covered with fallen leaves.
- Adversary
- (Askeri) karşıt düşman, rakip (a person or group that is oppsed to an Army force mission but is not engaging Army forces in combat operations)
- devil
- üzmek
- devil
- {f} baharatlı ve acılı pişirmek
- devil
- {f} rahatsız etmek
- devil
- {i} canlı ve dinamik kimse
- devil
- dili canını sıkmak
- devil
- yemeği çok biber ve baharatla hazırlamak veya kızartmak
- devil
- {f} canını sıkmak
- devil
- deviled ham bir çeşit ezme jambon
- devil
- (fiil) rahatsız etmek, canını sıkmak; baharatlı ve acılı pişirmek; makinede parçalamak (bez, kâgit); avukat stajeri olarak çalışmak; yazar çırağı olarak çalışmak
- devil
- {i} acı ve baharatlı yemek
- devil
- {i} şeytan gibi tip
- devil
- krakova
- devil
- {f} makinede parçalamak bez
- devil
- {f} yazar çırağı olarak çalışmak
- devil
- {i} stajyer avukat
- devil
- {f} avukat stajeri olarak çalışmak
- devil
- {f} kâgit
- devil
- makinada ezip parçalamak
- devil
- makinede parçalamak
- dickens
- dili şeytan
- dickens
- Tanrı aşkına
- dickens
- What the dickens! Ne var Allah aşkına?
- fallen
- {s} yeryüzüne inmiş
- fallen
- {s} kötü yola düşmüş
- fallen
- {s} ele geçirilmiş
- fallen
- {s} düşük
- fallen
- f., bak. fall
- fallen
- (sıfat) düşmüş, düşük, kötü yola düşmüş, düşkün, günahkâr, şehit düşmüş, ele geçirilmiş, yeryüzüne inmiş
- fallen
- fall düş