I think you look fine.
- Bence hoş görünüyorsun.
He has a fine library of books on art.
- Sanat üzerine kitapları olan hoş bir kütüphanesi var.
These are two nice pictures.
- Bunlar iki hoş resimdir.
If I had enough money, I would buy that nice car.
- Yeterli param olsa,o hoş arabayı alırım.
Nothing is as pleasant as a walk in the morning.
- Hiçbir şey sabah yapılan bir yürüyüş kadar hoş değil.
You were so nice to me, and I had a really pleasant trip. Thanks so much.
- Bana karşı çok naziktin, ve ben gerçekten hoş bir yolculuk yaptım. Çok teşekkür ederim.
Do you think I'm pretty?
- Hoş olduğumu düşünüyor musunuz?
She's as pretty as her sister.
- O, kız kardeşi kadar hoştur.
He likes the most beautiful flower.
- O en güzel çiçekten hoşlanır.
Tom likes only beautiful girls.
- Tom sadece güzel kızlardan hoşlanıyor.
He thanked his host for a most enjoyable party.
- O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.
I think I'm a likable guy.
- Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.
What are some cute hairstyles for girls?
- Kızlar için bazı hoş saç stilleri nelerdir?
Don't you think Mary's cute?
- Mary'nin hoş olduğunu düşünmüyor musun?
Tom wanted to give Mary a goodbye kiss. However, she backed away.
- Tom Mary'ye bir hoşça kal öpücüğü vermek istedi ama Mary geri çekildi.
Tom doesn't like Mary. However, she doesn't particularly care whether he likes her or not.
- Tom Mary'den hoşlanmıyor. Ama onun ondan hoşlanıp hoşlanmadığı özellikle onun umurunda değil.
I still don't like you.
- Hâlâ senden hoşlanmıyorum.
I still like to write in Esperanto.
- Hala Esperanto dilinde yazmaktan hoşlanıyorum.
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
Tom doesn't like being told he's not old enough yet.
- Tom henüz yeterince yaşlı olmadığının söylenmesinden hoşlanmıyor.
I'm feeling very agreeable.
- Ben çok hoş hissediyorum.
The secretary gave me an agreeable smile.
- Sekreter bana hoş bir gülümseme verdi.
America is a lovely place to be, if you are here to earn money.
- Eğer para kazanmak için buradaysan, Amerika bulunmak için hoş bir yer.
I had a lovely night.
- Hoş bir gece geçirdim.
She likes fairy tales.
- O, peri masallarından hoşlanır.
My grandmother used to tell me pleasant fairy tales.
- Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.
Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent.
- Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.
It is delightful to be praised by an expert in the field.
- Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.
Roses emanate a sweet fragrance.
- Güller tatlı hoş bir koku yayıyorlar.
This sweet-scented roses I give to you.
- Bu hoş kokulu gülleri sana veriyorum.
Oh, grandma, how I love you! You're so nice!
- Ah, büyükanne, seni nasıl da seviyorum! Çok hoşsun!
Tom enjoys watching baseball games on TV with his grandfather.
- Tom dedesiyle TV'de beyzbol maçları izlemekten hoşlanır.
Behave decently, as if you're a well-cultured man.
- Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.
He is a very decent fellow.
- O, çok hoşgörülü bir adamdır.
Visiting people is nicer than being visited.
- İnsanları ziyaret etmek ziyaret edilmekten daha hoştur.
I like both Susan and Betty, but I think Susan is the nicer.
- Susan ve Betty severim ama Susan'ın daha hoş olduğunu düşünüyorum.
He likes mountaineering and knows the mountains of Japan quite well.
- O, dağcılıktan hoşlanır ve Japonya'nın dağlarını oldukça iyi bilir.
Food you eat that you don't like will not be digested well.
- Hoşlanmadan yediğiniz yiyecekler iyi sindirilmeyecektir.
We thoroughly enjoyed the delicious meal.
- Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
Tom doesn't enjoy eating spicy food.
- Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.
Green leaves in a park are pleasing to the eye.
- Parktaki yeşil yapraklar göze hoş geliyor.
The music of Mozart is always pleasing to me.
- Mozart'ın müziği her zaman hoşuma gidiyor.
She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary.
- Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.
I don't take kindly to pushiness or impatience.
- Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.
Her exotic perfume has a subtle scent.
- Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.
Mary is the kind of woman I like.
- Mary hoşlandığım kadın türüdür.
I like the kind of music Tom composes.
- Tom'un bestelediği müzik türünden hoşlanıyorum.