işlik

listen to the pronunciation of işlik
Türkisch - Englisch
work clothes
workshop " atölye; atelier, factory, studio" " atölye; shirt" " gömlek; work clothes
atelier, studio
shop
mill
work shop
{i} occupation

Gaziantep was freed from the French occupation in 1921. - Gaziantep, 1921'de Fransız işgalinden kurtarıldı.

Kemal Tahir narrates the occupation days of Istanbul in 1920s in his book named The People Of The Slave City. - Kemal Tahir Esir Şehrin İnsanları isimli kitabında İstanbul'un 1920'li yıllardaki işgal günlerini anlatır.

business

Yuriko is planning to move into the furniture business. - Yuriko, mobilya işine taşınmayı planlıyor.

My father is a businessman. - Babam bir iş adamıdır.

job

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine pachinko oynayarak tüm vaktini harcıyor.

She decided to quit her job. - İşinden istifa etmeye karar verdi.

work

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

affair

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

I have no intention of meddling in your affairs. - İşlerine karışmaya niyetim yok.

assignment

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

employment

I will make an application to that firm for employment. - İş için bu firmaya başvuruda bulunacağım.

She found employment as a typist. - O bir daktilocu olarak iş buldu.

{i} cause

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

{i} shop

I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping. - Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim.

My mother does her usual shopping on her way home from work. - Annem işten eve gelirken günlük alışverişini yapar.

{i} appointment

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

To rule a country is not an easy task. - Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

{i} mission

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

{i} doing

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

{i} show

He showed me the ropes. - Bana işin inceliklerini gösterdi.

A survey shows that many businessmen skip lunch. - Bir araştırma birçok iş adamının öğle yemeğini atladığını göstermektedir.

{i} piece

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

Here's a piece of candy. - İşte bir parça şeker.

working

If you really need a job, why don't you consider working for Tom? - Eğer gerçekten bir işe ihtiyacın varsa, niçin Tom için çalışmayı düşünmüyorsun?

I'm ready to start working whenever you are. - Sen her ne zaman hazır olursan, ben işe başlamaya hazırım.

(Ticaret) shirking
trouble

Tom didn't have as much trouble finding a job as he thought he would. - Tom'un olacağını düşündüğü kadar çok bir iş bulma sorunu olmadı.

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

line

What line of work are you in? - Hangi iş dalındasınız?

We should draw the line between public and private affairs. - Biz resmî ve özel işler arasına çizgi çizmeliyiz.

hold

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

(Ticaret) labor

We saw laborers blasting rocks. - Kayaları patlatan işçiler gördük.

They will organize a labor union. - Bir işçi sendikası düzenleyecekler.

errand

The boy often runs errands. - Çocuk sık sık getir götür işleri yapar.

Tom often runs errands for Mary. - Tom sık sık Mary'nin ayak işlerini yapar.

project

He had a lot to do with that project. - O proje ile ilgili yapacak çok işi vardı.

Tom Jackson, a rich businessman, agreed to fund the project. - Tom Jackson, zengin iş adamı, projeye yatırım yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
trade

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, aşağı yukarı 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

deal

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

I have a lot of things that I must deal with. - İlgilenmem gereken çok işim var.

dealings

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

post

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

When my interview was postponed until 3, I wandered around killing time. - İş görüşmem ertelenince saat 3'e kadar boş boş gezdim.

commission
operation

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

The two main operations in calculus are the integral and the derivative. - İntegral ve türev, kalkülüs'te iki ana işlemdir.

occupational
concern

Don't interfere in private concerns. - Özel işlere karışmayın.

Hans Bethe won the 1967 Nobel Prize in Physics for his work concerning energy production in stars. - Hans Bethe 1967'de yıldızlarda enerji üretimi hakkındaki işi için fizik nobel ödülünü kazandı.

position

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

situation

Do you think the situation will improve? - Sence işler iyiye gidecek mi?

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

transaction

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

I have to close this transaction within a week. - Bir hafta içinde bu işlemi kapatmak zorundayım.

duty

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

Desperate needs lead to desperate deeds. - Umutsuz ihtiyaçlar umutsuz işlere yol açar.

act

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

shebang
action

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

matter

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

I am going to ascertain the truth of the matter. - Ben işin aslını anlayacağım.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

biz
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Tom did a professional job. - Tom profesyonel bir iş çıkardı.

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş yaptı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

I have an important business to attend to in my office. - Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.

I was able to get a job through the good offices of my friend. - Arkadaşlarımın iyi ofisleri sayesinde bir iş bulabildim.

ball game
elbow
enterprise

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

In the United States, 20 million new jobs have been created during the past two decades, most of them in the service sector. - Amerika Birleşik Devletlerinde, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca 20 milyon yeni iş yaratılmıştır, onların çoğu hizmet sektöründedir.

things to do

Tom wanted to go, but he had lots of things to do. - Tom gitmek istedi fakat yapacak çok işi vardı.

I have a ton of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

berth
gig#
traffic

We must pay attention to traffic signals. - Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

load

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

I have loads of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

incumbency
piece of work

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

{i} works

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

Not only does she keep house, but she also works as a school teacher. - O sadece ev işlerini çekip çevirmiyor, aynı zamanda bir okul öğretmeni olarak da çalışıyor.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
Türkisch - Türkisch
Gömlek: "... tulumbaya yaklaştı, işliğinin yakasını açtı, kollarını sıvadı."- S. Kocagöz
Atölye
Gömlek
Atölye: "İşliğin karanlık köşelerinde babasının yüzlerce hayali vardı."- R. Enis
Pamuklu gömlek
atelye
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB