His delay of coming here on time is due to a traffic accident.
- Onun zamanında buraya gelmesinin ertelenmesi bir trafik kazası yüzündendir.
The plane was late due to bad weather.
- Uçak kötü hava yüzünden geç kaldı.
Students don't read many books because of TV and comics.
- Öğrenciler televizyon ve çizgi roman yüzünden, çok kitap okumazlar.
The mail is delayed because of the strike.
- Posta grev yüzünden ertelendi.
The dam burst owing to the heavy rain.
- Şiddetli yağmur yüzünden baraj taştı.
The dam burst owing to the heavy rain.
- Şiddetli yağmur yüzünden baraj kapakları patladı.
The forest fire occurred through carelessness.
- Orman yangını dikkatsizlik yüzünden oldu.
Because of the bad weather, he couldn't come.
- Kötü hava yüzünden, o gelemedi.
The mail is delayed because of the strike.
- Posta grev yüzünden ertelendi.
I did it on account of you.
- Bunu senin yüzünden yaptım.
She could not come on account of illness.
- O, hastalık yüzünden gelemedi.
Sweat is dripping from his face.
- Onun yüzünden ter damlıyor.
Linda was called back from college by her father's sudden illness.
- Linda, babasının ani hastalığı yüzünden üniversiteden geri çağrıldı.
The forest fire occurred through carelessness.
- Orman yangını dikkatsizlik yüzünden oldu.
He fainted with hunger and fatigue, but came to after a while.
- O açlık ve yorgunluk yüzünden bayıldı, ancak bir süre sonra kendine geldi.
She looked after her sister, who was in bed with a bad cold.
- O, kötü bir soğuk algınlığı yüzünden yatakta olan kızkardeşine baktı.
The coach called off the game because many of the players were down with the flu.
- Oyuncuların çoğu grip yüzünden keyifsiz oldukları için koç oyunu iptal etti.
Tom is in bed with a fever.
- Tom ateş yüzünden yatakta.
He was framed for murder.
- O, cinayet yüzünden hapse atılmıştır.
I do not love him the less for his faults.
- Onu, hataları yüzünden daha az sevmiyorum.
This is a three-star hotel; three hundred dollars a night.
- Burası üç yıldızlı bir oteldir; bir gece üç yüz dolardır.
When angry, count ten; when very angry, a hundred.
- Kızgınsan ona kadar; çok kızgınsan yüze kadar say.
His face is distorted by pain.
- Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.
I don't want to see your faces.
- Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
Tom has bad eyes, so he always sits in the very front of the classroom.
- Tom'un kötü gözleri var bu yüzden o her zaman sınıfın çok önüne oturur.
Tom could hear a commotion in front of his house, so he went outside to see what was happening.
- Tom evinin önünde bir kargaşa duyabiliyordu, bu yüzden neler olduğunu görmek için dışarı çıktı.
His facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha fazla ekşiydi.
I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril.
- Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.
Cancer is not one but more than one hundred distinct diseases.
- Kanser tek değil fakat yüzlerce farklı hastalıklardan biridir.
One hundred and fifty people entered the marathon race.
- Yüz elli kişi maraton yarışına girdi.
My brother got cheeky.
- Erkek kardeşim yüzsüzleşti.
Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors.
- Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
The most important figure of mathematics of the nineteenth century is, undoubtedly, Gauss.
- On dokuzuncu yüzyılın matematiğinin en önemli figürü kesinlikle, Gauss.
I figured Tom would mess up again.
- Tom'un tekrar yüzüne gözüne bulaştıracağını düşündüm.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
There are two sides to every question.
- Her öykünün bir de diğer yüzü vardır.
Life and death are two sides of the same coin.
- Yaşam ve ölüm aynı madalyonun iki yüzüdür.
Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
- Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.
He swam across the river.
- O, nehir boyunca yüzdü.
Takuya swam naked as a jaybird.
- Takuya alakarga gibi çıplak yüzdü.
I don't know how to swim.
- Nasıl yüzeceğimi bilmiyorum.
I prefer swimming to skiing.
- Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.
Tom has never swum in our pool.
- Tom bizim havuzda hiç yüzmedi.
He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh.
- Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.
A white cloud is floating in the blue summer sky.
- Beyaz bir bulut mavi yaz gökyüzünde yüzüyordu.
Thousands of dead fish have been found floating in the lake.
- Gölde yüzen binlerce ölü balık bulundu.
Tom plunged into the water and swam to the other side.
- Tom suya daldı ve diğer tarafa yüzdü.
He put on his sweater wrong side out.
- O kazağını ters yüz giydi.
It was such a hot day that we went swimming.
- Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
John is in the swimming club.
- John yüzme kulübündedir.
You ought to face the stark reality.
- Yalın gerçeklikle yüz yüze gelmelisin.
Those selected will have to face extensive medical and psychological tests.
- Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects.
- Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.
The substance is light enough to float on the water.
- Bu nesne su üzerinde yüzmek için yeterince hafif.
The boat was broken by the floating ice.
- Tekne yüzen bir buz tarafından parçalandı.
One hundred is my favorite number.
- Yüz, benim en sevdiğim sayıdır.
Eugenia shared with us her favorite oils for cleaning the face and protecting the skin.
- Eugenia yüzü temizlemek ve cildi korumak için en sevdiği yağları bizimle paylaştı.