yararsız

listen to the pronunciation of yararsız
Türkisch - Englisch
{s} useless

Freedom is useless unless you use it. - Onu kullanmadığın sürece özgürlük yararsızdır.

Tom realized it was useless to argue. - Tom tartışmanın yararsız olduğunu fark etti.

inexpedient
invalid
gainless
useless, of no use
bootless
otiose
useless, unprofitable, pointless faydasız, nafile
no good
profitless
unobliging
pointless

She thinks her job is pointless. - O, işinin yararsız olduğunu düşünüyor.

I told you it wasn't pointless. - Sana bunun yararsız olmadığını söyledim.

of no avail
footless
unserviceable
idle
barren
unprofitable
vain
hopeless
inutile
try in vain
it's no use
empty
yarar
advantage

You must not take advantage of her innocence. - Onun masumiyetinden yararlanmamalısın.

He often takes advantage of her ignorance. - O, sık sık onun cahilliğinden yararlanır.

yarar
profit

I profited from reading this book. - Bu kitabı okuyarak yarar sağladım.

She profited from her stay in London and considerably improved her English. - O, Londra'da kalmaktan yararlandı ve İngilizcesini büyük ölçüde geliştirdi.

yarar
benefit

Writers such as novelists and poets don't seem to benefit much from the advance of science. - Romancılar ve şairler gibi yazarlar bilimin avantajından çok fazla yararlanıyor gibi görünmüyorlar.

I think that this material is of benefit to everyone. - Bu malzemenin herkes için yararlı olduğunu düşünüyorum.

yararsız diye çıkarmak
weed out
yaşlı ve yararsız hastabakıcı
gamp
yarar
gain

We're gonna make sure that no one is taking advantage of the American people for their own short-term gain. - Biz hiç kimsenin kendi kısa vadeli kazançları için Amerikan halkından yararlanmadıklarından emin olacağız.

yarar
utility

Their furniture was chosen for utility rather than style. - Onların mobilyaları, tarz yerine yarar için seçildi.

yarar
{i} use

This site is quite useful. - Bu site oldukça yararlı.

Properly used, certain poisons will prove beneficial. - Uygun şekilde kullanılırsa, belirli zehirler yararlı olacaktır.

yarar
point

She thinks her job is pointless. - O, işinin yararsız olduğunu düşünüyor.

What's the point in doing this? - Bunu yapmanın ne yararı var?

yarar
interest

This book isn't just interesting, but also useful. - Bu kitap sadece ilginç değil, aynı zamanda yararlı.

It's in your best interest to testify against Sami. - Sami'ye karşı tanıklık etmeniz sizin yararınızadır.

yarar
virtue
yarar
(Ticaret) boor
yarar
expediency
yarar
good

He put this information to good use. - O, bu bilgileri yararlı kullanıma sundu.

Your success will largely depend upon how you will make good use of your opportunity. - Sizin başarınız büyük ölçüde fırsatınızdan nasıl yararlanacağınıza bağlıdır.

yarar
useful

That's not a useful piece of information. - O, yararlı bir bilgi parçası değil.

A cow is a useful animal. - İnek yararlı bir hayvandır.

yarar
(Biyokimya) availment
yarar
usefulness

Usefulness must be combined with pleasantness. - Yararlılık keyif ile birleştirilmelidir.

yarar
behoof
yarar
service
yarar
serviceability
yarar
{i} convenience

The public convenience should be respected. - Kamu yararına saygı duyulmalıdır.

I urged Keiko to stop using people for her own convenience. - Kendi yararı için insanları kullanmayı bırakması için Keiko'ya baskı yaptım.

yarar
benefıt
yarar
(Hukuk) interest, benefit, advantage
yarar
account
yarar
grist to the mill
yarar
efficacy
yarar
benefit, profit; advantage
yarar
useful, serviceable; use, service; advantage, benefit, profit, interest
yarar
avail

Is there any help available? - İşe yarar bir yardım var mı?

I availed myself of this favorable opportunity. - Bu olumlu fırsattan yararlandım.

yarar
(someone, something) who/which is useful to (someone); who/which is good for, who/which serves the purpose of
yarar
stead
yarar
serviceable