divide, separate; be divided; apportion, allocate

listen to the pronunciation of divide, separate; be divided; apportion, allocate
İngilizce - Türkçe

divide, separate; be divided; apportion, allocate teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

part
parça

Matematik, yarın kalkarsan ve evrenin gittiğini keşfedersen yapmaya devam edebileceğin, bilimin bir parçasıdır. - Mathematics is the part of science you could continue to do if you woke up tomorrow and discovered the universe was gone.

Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır. - Death is an integral part of life.

part
kısım

Tayland'da ülkenin bazı kısımları pirinç yetiştirmek için şimdiden aşırı kuru hale geldi. - In Thailand it has already become too dry to grow rice in some parts of the country.

Teklifin diğer kısımlarını tartıştılar. - They debated other parts of the proposal.

part
taraf

Onların tarafında bir hataydı. - It was a mistake on their part.

Polis onu suçun bir taraftarı olarak görüyordu. - The police regarded him as a party to the crime.

part
kısmen

Bu yol deprem sonucu kısmen yıkıldı. - This road was partly destroyed in consequence of the earthquake.

Üzgünüm. Ben bunun için kısmen sorumluyum. - I'm sorry. I'm partly responsible for it.

part
yarı

Yarın partiye gelecekmisin? - Will you come to the party tomorrow?

Yarın akşam bir partimiz var. - We have a party tomorrow evening.

part
ekseriya
part
görev

Topluma yardımcı olmak için görevimi yapmaya çalışıyorum. - I try to do my part to help the community.

Tom zaten görevini yaptı. - Tom has already done his part.

part
yan

Yandaki ev biraz gürültülü. Onların parti yapıp yapmadıklarını merak ediyorum. - The house next door is a bit loud. I wonder if they're throwing a party.

Tom'un yanına gitmemizi ve ona partiye hazırlanması için yardım etmemizi öneriyorum. - I suggest we go over to Tom's and help him get ready for the party.

part
{f} ayır

Tom parti için üç yüz dolarlık bütçe ayırdı. - Tom budgeted three hundred dollars for the party.

Parti için sandalyeler ayırtıldı. - The seats were reserved for the party.

part
fasıl
part
ayrılmak

O, evinden ayrılmak zorunda kaldı. - He had to part with his house.

O, evinden ayrılmak istemedi. - He didn't want to part with his house.

part
{f} parçalanmak, ayrılmak; bölünmek
part
{f} tarakla ayırmak
part
(ial) parça (lı), kısmi
part
(fiil) ayırmak, tarakla ayırmak, ayrılmak, kopmak, elden çıkarmak
part
{i} parça, bölüm, kısım
part
{i} katkı. z. kısmen
part
{i} hisse, pay
İngilizce - İngilizce
{f} part