He likes to walk about in the park.
- Parkta dolaşmaktan hoşlanıyor.
He likes to walk about in the park.
- Parkta dolaşmaktan hoşlanıyor.
Don't worry. There'll be plenty to go around.
- Merak etmeyin. Dolaşmak için çok yer olacak.
It was almost impossible to get around on that street.
- O caddede dolaşmak neredeyse olanaksızdı.
I don't want to get in anybody's way.
- Ayak altında dolaşmak istemiyorum.
My dream is to travel the world.
- Hayalim dünyayı dolaşmaktır.
Tom wants to travel around Europe.
- Tom, Avrupa'da dolaşmak istiyor.
There's enough food to go round.
- Dolaşmak için yeterli yiyecek var.
It was almost impossible to get around on that street.
- O caddede dolaşmak neredeyse olanaksızdı.
I become a transparent eyeball; I am nothing; I see all; the currents of the Universal Being circulate through me; I am part or particle of God.
- Ben saydam bir göz küresi olurum; ben hiçbir şeyim; Ben her şeyi görürüm; Evrensel varlığın akımları beni dolaşır; Ben Allah'ın parçası ya da parçacığıyım.
This magazine circulates widely.
- Bu dergi yaygın olarak dolaşır.
I was strolling down the avenue.
- Sokakta dolaşıyordum.
Tom and Mary took a stroll together.
- Tom ve Mary birlikte çevreyi dolaştı.
Tom cruised down Park Street in his new sports car.
- Tom yeni spor arabasıyla Park Caddesinde dolaştı.
It was the custom in old times that as soon as a Japanese boy reached manhood he should leave his home and roam through the land in search of adventures.
- Bir Japon erkek çocuğun rüştüne varır varmaz evini terk etmesi ve macera arayışı içinde kara yoluyla dolaşması gerekliliği eski zamanlarda gelenekti.
Those rogue rebels do not deserve to roam the Earth.
- Bu haydut isyancılar dünyada dolaşmayı hak etmiyorlar.