birli

listen to the pronunciation of birli
Turkish - English
(Bilgisayar) monadic
(Kimya) singlet
ace
playing cards ace
unary
bir
one

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

One, two, three, four, five, six, seven, eight, nine, ten. - Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on.

birli işlem
(Bilgisayar) monadic operation
bir
single

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

There isn't a single cloud in the sky. - Gökyüzünde tek bir bulut yok.

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

He needs something to drink. - İçecek bir şeye ihtiyacı var.

bir
a
bir
apart

Can you tell the twins apart? - İkizleri birbirinden ayırtedebilir misin?

We rented an apartment when we lived in New York. - New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.

bir
mono

Carbon monoxide is a poisonous substance formed by the incomplete combustion of carbon compounds. - Karbon monoksit karbon bileşiklerinin tam yanmamasından oluşan zehirli bir maddedir.

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

on birli
on cooperation
bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

Every time I think of Tom, I get a lump in my throat. - Tom'u ne zaman düşünsem, boğazımda bir yumru hissediyorum.

I have a lump in my breast. - Benim mememde bir yumru var.

bir
head

Ikeda made several silly mistakes, and so he was told off by the department head. - Ikeda birkaç aptalca hata yaptı ve bu yüzden ona bölüm başkanı tarafından ağzının payı verildi.

Nobody can be a head coach of a soccer team without being a soccer player. - Hiç kimse futbolcu olmadan bir futbol takımının teknik direktörü olamaz.

bir
erect

They erected a statue in memory of Gandhi. - Onlar Gandhi'nin anısına bir heykel diktiler.

The soldiers have erected a peace monument. - Askerler bir barış anıtı diktiler.

bir
unit

In 1860, Lincoln was elected President of the United States. - 1860'ta Lincoln, Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçildi.

The United States borders Canada. - Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.

bir
unity

Unity is better than money. - Birlik paradan daha iyidir.

He spoke of party unity. - O, parti birliği hakkında konuştu.

bir
somewhere

He lives somewhere about here. - O, burada bir yerde yaşıyor.

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

bir
engage

Do you have any engagement tomorrow? - Yarın herhangi bir randevun var mı?

Tom bought an engagement ring for Mary with money he inherited from his grandfather. - Tom büyükbabasından miras kalan parayla Mary için bir nişan yüzüğü aldı.

bir
{f} pace

He walked at a quick pace. - O büyük bir hızla yürüdü.

I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely. - Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.

bir
un#veil
bir
{s} some

Do you want some coffee? - Biraz kahve ister misin?

I sometimes wonder if I am a girl. - Bazen bir kız mıyım diye merak ediyorum.

bir
attack

They began with a strong attack against the enemy. - Düşmana karşı şiddetli bir taarruza geçtiler.

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

bir
squash

We should play squash together sometime. - Bir ara birlikte duvar tenisi oynamalıyız.

Have you ever squashed a fly with your hand? - Sen hiç elinle bir sinek ezdin mi?

English - English

Definition of birli in English English dictionary

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology