işler

listen to the pronunciation of işler
Turkish - English
things

I know Andrina doesn't take things seriously, but she is a wonderful friend. - Andrina'nın işleri ciddiye almadığını bilirim ama kendisi harika bir arkadaş.

Things did not go as intended. - İşler planlandığı gibi gitmedi.

works

Not only does she keep house, but she also works as a school teacher. - O sadece ev işlerini çekip çevirmiyor, aynı zamanda bir okul öğretmeni olarak da çalışıyor.

I got control of the works. - Ben işlerin kontrolünü aldım.

affairs

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

I have no intention of meddling in your affairs. - İşlerine karışmaya niyetim yok.

driven
thıngs

Things didn't go as planned. - İşler planlandığı gibi gitmedi.

I hope things have been going well for you. - Umarım sizin için işler yolunda gidiyordur.

jobs

Soldiers began to come home and find peacetime jobs. - Askerler eve gelmeye barış zamanı işlerini bulmaya başladılar.

Thousands of people lost their jobs. - Binlerce insan işlerini kaybetti.

{i} doings
{i} occupation

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

Kemal Tahir narrates the occupation days of Istanbul in 1920s in his book named The People Of The Slave City. - Kemal Tahir Esir Şehrin İnsanları isimli kitabında İstanbul'un 1920'li yıllardaki işgal günlerini anlatır.

business

There were hundreds of taxis at the airport, all touting for business. - Havaalanında yüzlerce taksi vardı,hepsi iş için çığırtkanlık yapıyorlardı.

In North America, business operates on the customer is always right principle. - Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.

job

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

Ann can't find a job. - Ann, bir iş bulamıyor.

work

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

Sometimes he drives to work. - O bazen işe arabayla gider.

işler kötü
business facing setback
işler yolunda
work in the way
işler açılmak
for trade to become brisk
işler becermek
to be up to no good
işler halde
(Hukuk) operational
işler nasıl?
how's work?
işler omurga
centreboard [Brit.]
işler omurga
(gemi) centerboard
affair

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

employment

I will make an application to that firm for employment. - İş için bu firmaya başvuruda bulunacağım.

They are crying to the government to find employment for them. - Onlara iş bulması için hükümete bağırıyorlar.

{i} cause

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

Our employees are working around the clock to fix the damage caused by the ice storm. - İşçilerimiz buz fırtınasının neden olduğu hasarı onarmak için gece gündüz çalışıyorlar.

{i} shop

Let's talk shop for a while. - Bir süre iş konuşalım.

Local shops do good business with tourists. - Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.

{i} appointment

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

Your robot will prepare meals, clean, wash dishes, and perform other household tasks. - Sizin robotunuz yemekleri hazırlayacak, temizleyecek, bulaşıkları yıkayacak, ve diğer ev işlerini yapacak.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

Memory is an essential function of our brain. - Bellek beynimizin önemli bir işlevidir.

{i} show

Tom didn't show up for work today. - Tom bugün işe gelmedi.

He showed me the ropes. - Bana işin inceliklerini gösterdi.

{i} piece

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

hileli işler
sharp practices
idari ve mali işler
(Askeri) administration and financing
ihmal edilmiş işler
backlog
working

He has spent most of his working life as a diplomat. - İş hayatının çoğunluğunu bir diplomat olarak geçirdi.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

(Ticaret) shirking
trouble

Her novel ideas are time and again getting her into trouble with her more conservative colleagues. - Onun yeni fikirleri daha tutucu iş arkadaşlarıyla sık sık başını derde sokuyor.

I had some trouble with the work. - İşle ilgili biraz sorunum var.

line

What line of work are you in? - Hangi iş dalındasınız?

Your plan sounds good, but the bottom line is: will it bring us more business? - Planın iyi görünüyor fakat asıl önemli olan şu: bize daha çok iş getirir mi?

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

In England, Labor Day is in May. - İngiltere'de işçi bayramı mayıstadır.

The laborers formed a human barricade. - İşçiler bir insan barikatı kurdu.

errand

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

The boy often runs errands. - Çocuk sık sık getir götür işleri yapar.

project

We should collaborate on the project. - Proje üzerinde işbirliği yapmalıyız.

Mr Tom Jones has agreed to serve as the project leader for this new work item. - Bay Tom Jones bu yeni iş için proje lideri olarak görev yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
sivil işler
(Askeri) civil affairs
trade

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, aşağı yukarı 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

deal

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

I have a great deal to do tonight. - Bu gece yapacak çok işim var.

dealings

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

post

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

We always walk by the post office on the way to work. - Biz her zaman işe giderken postaneye yakın yürürüz.

commission
operation

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

I have a few questions about Tom's operation. - Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.

occupational
concern

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

position

The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position. - CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

situation

Do you think the situation will improve? - Sence işler iyiye gidecek mi?

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

transaction

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

duty

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

Deeds are better than words. - İşler sözlerden daha iyidir.

act

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

shebang
action

Union members will vote today on whether to take industrial action. - Bugün sendika üyeleri iş yavaşlatma eylemi yapıp yapmayacaklarını oylayacak.

The invasion of other countries is a shameful action. - Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.

matter

I am going to ascertain the truth of the matter. - Ben işin aslını anlayacağım.

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

This seems to be a busy place. - Bu işlek bir yer gibi gözüküyor.

biz
Alet işler el övünür
(Atasözü) A bad workman always blames his tools
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
mali işler
financial affairs
Askeri İşler Dairesi (CIA)
(Askeri) Office of Military Affairs (CIA)
Parasal İşler Komitesi
(Hukuk) Monetary Committee
Sivil İşler Komutanlığı
(Askeri) Civil Affairs command
acil işler
emergency work
baş idari (muharebe) subay; sivil işler harekatı; mukabil hava harekatı
(Askeri) chief administrative officer; civil affairs operations; counterair operation
birikmiş işler
backlog
dahili işler
home affairs
dahili işler pol
internal affairs, domestic affairs, Brit. home affairs
devam eden işler
(Ticaret) on-going-jobs
direkt işler
(Ticaret) direct business
ekonomik ve mali işler
(Hukuk) economic and fiscal affaires
fuzuli işler müdürü
piddler
geçici işler
odd jobs
her günkü işler
routine
idari işler
chancellery
idari işler amiri
(Ticaret) chief administrative officer
idari işler müdürü
(Ticaret) administrative affairs manager
istihdam ve sosyal işler
(Hukuk) employment and social affairs
iyi gitmek (işler)
tick along
işler
domesticities
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş yaptı.

This is the job of a professional hitman. - Bu, profesyonel bir tetikçinin işidir.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

The boss strolled around the balcony above the office, observing the workers. - Patron, yazıhanenin üzerindeki balkonda işçileri gözleyerek gezindi.

I have an important business to attend to in my office. - Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.

ball game
elbow
enterprise

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

{i} service

The families of the factory workers need schools, hospitals, and stores, so more people come to live in the area to provide these services, and thus a city grows. - Fabrika işçilerinin ailelerinin okullara, hastanelere ve mağazalara ihtiyaçları vardır, bu yüzden bu hizmetleri sağlamak için daha fazla insan bölgede yaşamak için gelir. Böylece bir şehir gelişir.

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

things to do

Tom wanted to go, but he had lots of things to do. - Tom gitmek istedi fakat yapacak çok işi vardı.

I have better things to do than stand here and take your insults. - Burada durmak ve senin hakaretlerini dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

The handyman was supposed to arrive at twelve noon, but got stuck in a traffic jam for a few hours. - İşçinin öğle on ikide gelmesi bekleniyordu fakat birkaç saattir bir trafik sıkışıklığında sıkıştı.

It's horrible to get caught in rush hour traffic. - İş çıkışındaki yoğun trafiğe yakalanmak korkunçtur.

load

Here comes another bus load of tourists. - İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.

I have loads of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

incumbency
piece of work

Tom is a real piece of work. - Tom işin gerçek bir parçası.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

{i} works

I will find out how the medicine works. - İlacın nasıl işe yaradığını öğreneceğim.

He works best at this job. - O, eniyi bu işi yapar.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
karanlık işler yapmak
traffic
karmaşık işler
wheels within wheels
karışık işler
wheels within wheels
koruyucu işler
protective works
mali işler konseyi
(Hukuk) financial affairs council
mali işler sorumlusu
treasurer
mekanik işler
mechanical operations
riskli işler yapmak
(deyim) stick one's chin out
sivil işler anlaşması
(Askeri) civil affairs agreement
sivil işler birliği
(Askeri) civil affairs unit
sivil işler grubu; müşterek adres grubu
(Askeri) civil affairs group; collective address group
sivil işler tahsisatı
(Askeri) civil appropriation
siyasi işler komitesi
political affairs committee
sürüncemede kalan işler
leeway
sıhhi işler
samitary affairs
sıradan işler
routine

They became acquainted with the routine. - Sıradan işlerle tanıştılar.

ters işler yapmak
to get the cart before the horse
ufak tefek işler
odd jobs
ufak tefek işler yapan adam
oddman
ufak tefek işler yapmak
job
yarım kalmığ işler
backlog
yarım kalmığ işler
loose ends
yarım kalmış işler
backlog
yollu yolsuz işler
unlawful activity, monkey business
zor ve sıkıcı işler
chores
çalışma ve sosyal işler
(Hukuk) labour and social affairs
önemli işler
(Ticaret) high affairs
Turkish - Turkish
(Osmanlı Dönemi) umûr
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
alet işler el övünür
İnsan ne iş yaparsa yapsın, ne kadar usta olursa olsun, o iş için gerekli araç ve gereç olmadan başarı elde edemez. Durum bu kadar açık olduğu hâlde, araç ve gereci bir tarafa atıp kendi ustalığı ile övünmekten geri durmaz
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB
İşler
(Hukuk) UMUR