iyilikler

listen to the pronunciation of iyilikler
Turkish - English
favors
Third-person singular simple present indicative form of favor
plural form of favor
third-person singular of favor
plural of favor
iyilik
goodness

Goodness does more than violence. - İyilik, şiddetten daha fazlasını yapar.

Wisdom and goodness to the vile seem vile. - Alçak için bilgelik ve iyilik iğrenç görünüyor.

iyi
decent

Tom got a decent grade on the test he took last week. - Tom geçen hafta girdiği sınavda iyi bir not aldı.

You had better go there in decent clothes. - Oraya uygun elbiselerle gitsen iyi olur.

iyi
well

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

My mom doesn't speak English very well. - Annem İngilizce'yi çok iyi konuşamaz.

iyi
{s} good

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

iyilik
{i} kindness

They always extend kindness to their neighbors. - Onlar komşularına hep iyilikte bulunurlar.

She did not forget his kindness as long as she lived. - Yaşadığı sürece onun iyilikseverliğini unutmadı.

iyilik
favor

Can you do me a favor? - Bana bir iyilik yapar mısın?

In return for helping you with your studies, I'd like to ask a small favor of you. - Çalışmalarınızda size yardım karşılığında, ben sizden küçük bir iyilik rica ediyorum.

iyilik
favour

I'm trying to do you a favour. - Size iyilik yapmaya çalışıyorum.

Would you mind doing me a favour? - Bana bir iyilik yapar mısın?

iyi
fine

I think it will be fine. - Ben, havanın iyi olacağını düşünüyorum.

Guinness is the finest of beers. - Guinness biraların en iyisidir.

iyi
{s} kind

I am deeply grateful to you for your kindness. - İyiliğin için sana derinden minnettarım.

I can't thank you enough for your kindness. - Ben senin iyiliğin için ne kadar teşekkür etsem azdır.

iyi
{s} just

Love isn't a game, so you can't just cherry pick the best bits! - Aşk bir oyun değildir, bu nedenle sadece en iyi parçaları seçemezsiniz!

Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen. - Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.

iyi
all right

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

iyi
{s} alright

I need someone to hold me and tell me everything will be alright. - Beni tutacak ve bana her şeyin iyi olacağını söyleyecek birine ihtiyacım var.

Tom, are you feeling alright? - Tom, kendini iyi hissediyor musun?

iyi
comfortable

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

iyi
OK
iyi
decently
iyi
great

Good health is a great blessing. - İyi sağlık büyük bir nimettir.

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

iyi
{i} B
iyi
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

iyi
to the good
iyi
better

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

iyi
benevolent
iyi
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

iyi
nicely

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

iyi
up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

iyi
(Konuşma Dili) copacetic
iyi
passable
iyi
kindly
iyi
cool

I always thought Tom was so cool. - Ben hep Tom'un çok iyi olduğunu düşündüm.

When the tempura I make cools down, it immediately loses its crispiness and doesn't taste very good. - Yaptığım tempura soğuduğunda, o derhal gevrekliğini kaybeder ve tadı iyi olmaz.

iyi
(Argo) keen
iyi
beneficent
iyi
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

iyi
(Konuşma Dili) up to the mark
iyi
well-

Hoover was well-known to Americans. - Hoover, Amerikalılar için iyi tanınmış biriydi.

The man is well-known all over the village. - Adam köyün her yerinde iyi tanınmıştır.

iyi
prolificness
iyi
(Konuşma Dili) bully for you
iyi
{s} happy

I am happy about your good luck. - Ben senin iyi şansın hakkında mutluyum.

Happy birthday, Muiriel! - İyi ki doğdun, Muiriel!

iyi
likely

If you eat well, you're likely to live longer. - İyi beslenirseniz muhtemelen daha uzun yaşarsınız.

It is likely to be fine. - O, muhtemelen iyi olacak.

iyilik
loving
iyilik
blessing
iyilik
a good turn

He did me a good turn. - O bana bir iyilik yaptı.

iyilik
loving-kindness
iyilik
finess
iyilik
impartialness
iyilik
wellbeing
iyilik
auspices
iyilik
charity
iyilik
benevolence
iyilik
good

A word spoken at the wrong time can do very much more harm than good. - Yanlış zamanda konuşulan bir söz iyilikten çok daha fazla zarar yapabilir.

He did me a good turn. - O bana bir iyilik yaptı.

iyilik
kindnesses
iyilik
(Ticaret) well-being
iyilik
welfare
iyi
in good health, well. İ
iyi
right

The house looked good; moreover, the price was right. - Ev iyi görünüyordu, üstelik fiyat en uygundu.

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

iyi
goodish
iyi
bonny
iyi
{s} fair

He speaks English fairly well. - O, İngilizceyi oldukça iyi konuşur.

Tom is a fairly decent golfer. - Tom oldukça iyi bir golfçüdür.

iyi
o.k
iyi
nice

There's a nice Thai restaurant near here. - Buranın yakınında iyi bir Tayland restoranı var.

Dorenda really is a nice girl. She shares her cookies with me. - Dorenda gerçekten iyi bir kızdır, o kurabiyelerini benimle paylaşıyor.

iyi
pretty

Tom is pretty sure everything will go well. - Tom her şeyin iyi gideceğinden oldukça emin.

Tom can speak French pretty well. - Tom Fransızcayı oldukça iyi konuşabilir.

iyi
up to scratch
iyi
salubrious
iyilik
benefaction
iyilik
goodliness
iyilik
boon
iyilik
beneficence
iyilik
fairness
iyi
is good
iyi
good to
iyi
a well
iyi
gratifying
iyi
agreeable
iyi
well enough

Tom didn't do well enough on the driver's test to get a driver's license. - Tom sürücü belgesini almak için sürücü testinde yeterince iyi yapamadı.

He can read well enough. - O yeterince iyi okuyabilir.

iyi
plentiful, abundant
iyi
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
iyi
sound

That sounds too good to be true. - O gerçek olamayacak kadar iyi görünüyor.

That sounds good to me. - O bana iyi görünüyor.

iyi
okay

I hope everything is okay. - Umarım her şey iyidir.

I think I’m going to be okay. - Sanırım iyi olacağım.

iyi
OK, OK
iyi
agree

Oysters don't agree with me. - İstiridye bana iyi gelmiyor.

This climate doesn't agree with me. - Bu iklim bana iyi gelmiyor.

iyi
dandy
iyi
handsome

He is not handsome, to be sure, but he is good-natured. - O yakışıklı değil, şüphesiz, fakat o iyi huyludur.

He is a good boy, and what is better, very handsome. - O iyi bir çocuk ve daha da iyisi, çok yakışıklı.

iyi
bonzer
iyi
whole

As a whole his works are neither good nor bad. - Eserleri bir bütün olarak ne iyi nede kötü.

On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time. - İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.

iyi
vintage
iyi
enviable
iyi
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

iyi
{f} luxuriate
iyilik
goodness; kindness, favour, favor, benefaction; good health; benefit, advantage
iyilik
favour [Brit.]
iyilik
well being
iyilik
kindliness
iyilik
benefit, advantage
iyilik
loving kindness
iyilik
kindness; favor
Turkish - Turkish
hasenat
iyi
Bol, yararlı, kazançlı
iyi
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan
iyi
istenilen nitelikleri taşıyan
iyi
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
iyi
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
iyi
Yerinde, uygun
iyi
Esen, sağlıklı
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
iyi
bih
iyilik
Sağlığı yerinde olma durumu, esenlik
iyilik
Karşılıksız yardım
iyilik
Karşılık beklenilmeden yapılan yardım, kayra, lütuf, kerem, ihsan, inaye
iyilik
Karşılık beklenilmeden yapılan yardım, kayra, lütuf, kerem, ihsan, inaye: "Borcumu ödesem de iyiliğini ödeyemem."- N. Cumalı
iyilik
Yarar veya elverişlilik, nimet
iyilik
İyi olma durumu, salah
İyi
(Hukuk) BONUS
İyilik
(Osmanlı Dönemi) SERARE