Jazz isn't dead, it just smells funny.
- Caz ölmedi, sadece komik kokuyor.
Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.
- Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.
She was merely stating a fact.
- O sadece bir gerçeği ifade ediyordu.
How to merely get tea?
- Sadece çay nasıl alınır?
From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration.
- Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.
The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.
- Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
Only a few people understood me.
- Sadece birkaç kişi beni anladı.
This trip is purely for pleasure.
- Bu yolculuk sadece zevk içindir.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
They said they only wanted to be left alone.
- Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.
Please just leave me alone. I want to think.
- Lütfen sadece beni yalnız bırakın. Düşünmek istiyorum.
This is why Tatoeba is multilingual. But not that kind of multilingual. Not the kind where languages are simply being paired up together, and where some pairs are left behind.
- Tatoeba'nın çok dilli olmasının nedeni budur. Fakat o tür çok dilli değil. Dillerin sadece birlikte eşleştirildiği ve bazı çiftlerin geride bırakıldığı tür değil.
Patients often die simply because they yield to their diseases.
- Hastalar çoğunlukla sadece hastalıklarına boyun eğdikleri için ölürler.
Tom just barely passed the test.
- Tom testi sadece zar zor geçti.
The singer is famous not only in Japan but also in Europe.
- Şarkıcı sadece Japonya'da değil, aynı zamanda Avrupa'da da ünlü.
Her book is famous not only in England but also in Japan.
- Onun kitabı sadece İngiltere'de ünlü değil, Japonya'da da ünlü.
You're very lucky you know! A such thing happen only once in a lifetime.
- Bilirsin çok şanslısın! Böyle bir şey bir ömür boyu sadece bir kez olur.
I'm just trying to figure out why someone would do such a thing.
- Ben sadece birinin neden böyle bir şey yapacağını anlamaya çalışıyorum.
She likes nothing but the best.
- O sadece en iyileri sever.
He is nothing but a student.
- O, sadece bir öğrenci.
We came to realize that the problem isn’t just a few bad corporations but the entire system itself.
- Problemin sadece birkaç kötü şirket değil de bütün bir sistem olduğunun farkına varmış durumdayız.
History is merely repeating itself.
- Tarih sadece kendini tekrarlıyor.
Penguins live almost exclusively in the Southern Hemisphere.
- Penguenler neredeyse sadece Güney Yarımküre'de yaşarlar.
I read detective stories exclusively.
- Ben sadece dedektif hikayeleri okurum.
The singer is famous not only in Japan but also in Europe.
- Şarkıcı sadece Japonya'da değil, aynı zamanda Avrupa'da da ünlü.
We get closer, trying to understand each other, but just hurt each other and cry.
- Birbirimizi anlamaya çalışarak yakınlaşırız fakat sadece birbirimizi incitiriz ve ağlarız.
You just have to wait. There's nothing else you can do.
- Sadece beklemek zorundasın. Yapabileceğin başka bir şey yok.
Strive only for self-interest and nothing else.
- Sadece kendi çıkarlarınız için çaba gösterin ve başka hiçbir şey yapmayın.
It was a mere chance that I found it.
- Onu bulmam sadece bir şanstı.
I'm not a real fish, I'm just a mere plushy.
- Ben gerçek bir balık değilim, ben sadece tamamen bir peluşum.
The king had only one child, and that was a daughter, so he foresaw that she must be provided with a husband who would be fit to be king after him.
- Kralın sadece bir çocuğu vardı ve o bir kızdı, bu yüzden ona ondan sonra kral olmak için uygun olacak bir koca temin edilmesi gerektiğini öngördü.
From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration.
- Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.
Tom was not just interested in Mary's musical abilities.
- Tom sadece Mary'nin müzikal yetenekleriyle ilgili değildi.
You are only just in time.
- Sadece sen zamanında geldin.
Tom can walk only if he has his cane.
- Tom sadece bastonu olursa yürüyebilir.
An integer is natural if and only if it is greater or equal to 0.
- Eğer tamsayı sadece sıfırdan büyük veya eşit ise tamsayı doğaldır.
In order to know a man, you have only to travel with him a week.
- Bir insanı tanımak için, onunla sadece bir hafta seyahat etmelisin.
I tried to persuade Sam to give up his plan, only to fail.
- Sam'i sadece başarısız olacak planından vazgeçmesi için ikna etmeye çalıştım,
Why am I the only one they complain of? They're just making an example out of me and using me as a scapegoat.
- Niçin onların şikâyet ettikleri sadece benim? Onlar sadece beni örnek veriyorlar ve beni bir günah keçisi olarak kullanıyorlar.
The only way I can eat oatmeal is with a lot of sugar.
- Yulaf ezmesini sadece bol şekerli yiyebilirim.
Use the highest heat settings only when you're ironing fabrics made of natural fibers like cotton or linen.
- Sadece pamuk ve keten gibi doğal liflerden yapılmış kumaşları ütülerken en yüksek ısı ayarlarını kullanın.
It's only when I can't sleep at night that the ticking of the clock bothers me.
- Sadece gece uyuyamadığım zamanlar saatin tik tak sesleri beni rahatsız eder.
Plain white paper will do.
- Sadece beyaz kağıt yeterli.
I'm just a plain office worker.
- Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.