I respect the elderly.
- Yaşlılara saygı duyarım.
In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
- Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
The organization is concerned with the welfare of the aged.
- Organizasyon yaşlıların refahı ile ilgilidir.
Layla and Sami have both aged up.
- Leyla ve Sami'nin ikisi de yaşlıdırlar.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
John is not as old as Bill; he is much younger.
- John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.
Tickets are $30 for general admission and $20 for students and seniors.
- Biletler genel giriş için 30 dolar ve öğrencilerle yaşlılar için 20 dolardır.
She gave her seat to a senior citizen.
- Yaşlı birine yerini verdi.
American senior citizens are comparatively well-off.
- Amerikalı yaşlı vatandaşların nispeten hali vakti yerinde.
The senior citizens' spirits were high in spite of the bad weather.
- Yaşlıların ruhları kötü havaya rağmen yüksekti.
The old man caught a big fish.
- Yaşlı adam büyük bir balık yakaladı.
The old man lives by himself.
- Yaşlı adam tek başına yaşıyor.
I watched the old woman cross the street.
- Karşıya geçen yaşlı bayanı izledim.
This letter is to the old woman.
- Bu mektup yaşlı bayanadır.
I respect the elderly.
- Yaşlılara saygı duyarım.
The elderly man takes strong drugs for his heart.
- Yaşlı adam kalbi için güçlü ilaçlar alıyor.
Old-timers might argue the Internet was freest during the Usenet days.
- Yaşlılar, Usenet günlerinde internetin daha özgür olduğunu iddia edebilirler.
He has a son of your age.
- Senin yaşında bir oğlu var.
Because of his age, my grandfather doesn't hear well.
- Dedem yaşından dolayı pek iyi duyamıyor.
I used to wet the bed when I was small, but I grew out of it by the time I was seven.
- Küçükken yatağımı ıslatırdım fakat yedi yaşına gelmeden önce vazgeçtim.
The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
She is older and wiser now.
- O,şimdi daha yaşlı ve daha akıllıdır.
Ken is older than Seiko.
- Ken Seiko'dan daha yaşlı.
When Justin Bieber started his music career, he was fourteen years old.
- Justin Bieber müzik kariyerine başladığında on dört yaşındaydı.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
Fish such as carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
That fish lives in fresh water.
- O balık tatlı suda yaşar.
John lives in New York.
- John New York'ta yaşar.
The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language.
- Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.
She is five years younger than me.
- O, benden beş yaş küçük.
John is not as old as Bill; he is much younger.
- John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.
He is the eldest in his class.
- O sınıfında en yaşlıdır.
The eldest of the three boys is Tom.
- Üç çocuktan en yaşlısı Tom'dur.
She called out to him, with tears running down her cheeks.
- Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.
Tears came to my eyes.
- Gözlerimden yaşlar geldi.
The best time of life is when we are young.
- Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.
The best time of life is when you are young.
- Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.
Young people should respect their elders.
- Gençler yaşlılarına saygı duymalıdır.
My parents taught me to respect my elders.
- Annem ve babam bana yaşlılara saygı göstermeyi öğretti.