yaşlılık

listen to the pronunciation of yaşlılık
Turkish - English
age

What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down. - Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.

He died last year of old age. - O, geçen yıl yaşlılıktan öldü.

senescence

Senescence is the last stage of life. - Yaşlılık yaşamın son aşamasıdır.

old age

What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down. - Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.

He died last year of old age. - O, geçen yıl yaşlılıktan öldü.

senility
senile
agedness
senectitude

n. senectude n.old age. senectuous, a. old.

old

What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down. - Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.

He died last year of old age. - O, geçen yıl yaşlılıktan öldü.

hoar
yaş
age

At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. - Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.

Because of his age, my grandfather doesn't hear well. - Dedem yaşından dolayı pek iyi duyamıyor.

yaş
wet

I used to wet the bed when I was small, but I grew out of it by the time I was seven. - Küçükken yatağımı ıslatırdım fakat yedi yaşına gelmeden önce vazgeçtim.

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

yaşlılık emekli aylığı fonu
pension fund for elderly
yaşlılık hastalıkları bilimi
geriatrics
yaşlılık hastalıkları bilimi
gerontology
yaşlılık hastalıkları uzmanı
geriatrician
yaşlılık hastalıkları uzmanı
gerontologist
yaşlılık sigortası
disability insurance
yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

I learned to play guitar when I was ten years old. - On yaşındayken gitar çalmayı öğrendim.

My father will soon be forty years old. - Babam yakında kırk yaşında olacak.

yaş
fresh

Fish like carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.

Take a fresh look at your lifestyle. - Yaşam tarzınıza dikkatle bir göz atın.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaş
new

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

John lives in New York. - John New York'ta yaşar.

yaş
young

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

yaş
in age
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

Tears came to my eyes. - Gözlerimden yaşlar geldi.

My mother looked at me with tears in her eyes. - Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

yaş
unseasoned