I've brought you a little something.
- Sana küçük bir şey getirdim.
My little brother is watching television.
- Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
My room is very small.
- Benim odam çok küçük.
He lived in a small town nearby.
- Yakınlardaki küçük bir kasabada yaşıyordu.
I don't have the slightest idea.
- En küçük bir fikrim yok.
My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
- Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
My kid brother is twelve.
- Benim küçük erkek kardeşim on iki yaşında.
When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
- Küçükken, bulutları pamuk şekere benzetirdim.
My DVD collection is absolutely miniscule.
- Benim DVD koleksiyonum kesinlikle küçük.
According to the CRC, all people under 18 are considered to be children.
- ÇHS'ye göre, 18 yaşından küçük tüm insanlar çocuk olarak kabul edilir.
The profane language used on network television makes many parents with young children not want to subscribe to cable.
- Ağ televizyonda kullanılan saygısız dil küçük çocuklu ebeveynlerin kabloluya abone olmayı istememelerine sebep oluyor.
This little baby tore up a 10 dollar bill.
- Bu küçük bebek on dolarlık bir banknot yırttı.
The baby has pretty little fingers.
- Bebeğin güzel küçük parmakları var.
Lucy's mother told her to take care of her younger sister.
- Lucy'nin annesi, ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.
My younger brother is watching TV.
- Küçük erkek kardeşim TV izliyor.
The boy gathered a handful of peanuts and put them in a small box.
- Oğlan bir avuç yer fıstığı topladı ve onları küçük bir kutuya koydu.
There's just one tiny problem.
- Sadece küçük bir sorun var.
Our world is only a tiny part of the universe.
- Dünyamız evrenin sadece küçük bir parçasıdır.
My youngest sister has piano lessons twice weekly.
- Küçük kız kardeşimin haftada iki kez piyano dersleri var.
He was looking forward to spending the weekend with her in their little cottage in Somerset.
- Somerset'teki küçük yazlıklarında hafta sonunu onunla geçirmeye can atıyordu.
Because you're a minor, you can't enter.
- Giremezsin, çünkü sen bir küçüksün.
We should spend our time creating content for our website rather than wasting time worrying about minor cosmetic details.
- Küçük kozmetik detaylar hakkında endişelenerek zaman kaybetmektense web sitemiz için içerik yaratarak zamanımızı harcamalıyız.
In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.
I was involved in a petty argument.
- Ben küçük bir tartışmaya karıştım.
He is haughty to his juniors.
- Yaşça kendinden küçük olanlara tepeden bakar.
She is five years junior to me.
- O benden beş yıl daha küçük.
I want a compact car with an air conditioner.
- Ben klimalı küçük bir araba istiyorum.
I'd like to rent a compact car.
- Küçük bir araba kiralamak istiyorum.
Don't you have anything smaller than that?
- Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?
The earth is smaller than the sun.
- Dünya güneşten daha küçüktür.
Lucy's mother told her to take care of her younger sister.
- Lucy'nin annesi, ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
An ångström is smaller than a nanometer.
- Bir angstrom, nanometreden daha küçüktür.
The scene was a tiny mountain village in a remote section of West Virginia.
- Manzara Batı Virginia'nın uzak bir kesimindeki küçük bir dağ köyüydü.
Mary has three infants.
- Mary'nin üç tane küçük çocuğu var.
The archaeologists discovered over a hundred graves, a few of which belonged to infants.
- Arkeologlar yüzün üzerinde mezar keşfetti, onlardan birkaçı küçük çocuklara aitti.
Tom grew up in a one-horse town.
- Tom küçük ve sakin bir kasabada büyüdü.
Tom grew up in a one-horse town and was overwhelmed when he moved to the big smoke.
- Küçük ve köhne bir kasabada yetişen Tom, büyük şehre yerleştiğinde sudan çıkmış balığa dönmüştü.
The boy has taken the toy away from his little sister.
- Çocuk, oyuncağı küçük kız kardeşinden aldı.
My brother bought me a small toy.
- Erkek kardeşim bana küçük bir oyuncak satın aldı.
I'm fine. It's just a little cut.
- Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.