Tom epeyce yaşlı, değil mi?
- Tom is fairly old, isn't he?
Tom Mary'ye oldukça pahalı bir kamera aldı.
- Tom bought Mary a fairly expensive camera.
Tom Fransızcayı oldukça iyi konuşur değil mi?
- Tom speaks French fairly well, doesn't he?
Herkese dürüst bir biçimde davranalım.
- Let's treat everybody fairly.
Tom epeyce yaşlı, değil mi?
- Tom is fairly old, isn't he?
Medyanın, haberleri dürüstçe sunduğunu hissediyor musun?
- Do you feel that the media presents the news fairly?
O, bana karşı dürüstçe davrandı.
- He acted fairly toward me.
Tom'a tarafsızca davranıldı.
- Tom was treated fairly.
Tom sana adilane davranıyor, değil mi?
- Tom has been treating you fairly, hasn't he?
O oldukça makul bir fiyat.
- That's a fairly reasonable price.
Tom'a adaletli şekilde davranıldı.
- Tom has been treated fairly.
O, bana karşı dürüstçe davrandı.
- He acted fairly toward me.
Dürüst olmak gerekirse, o mantıklı bir kişidir.
- To be fair, he is a sensible person.
Geleneksel ekmek fuarı düzenlediler.
- They organized a traditional bread fair.
Newton fuarda bir kitap aldıktan sonra matematiğe ilgi duymaya başladı. Onun içerdiği matematiksel kavramlara değil.
- Newton became interested in mathematics after buying a book at a fair and not understanding the math concepts it contained.
Aşkta ve savaşta her şey adildir.
- All's fair in love and war.
Benim tartışmayı destekleyecek adil bir miktar bilimsel veriyi sıralayacağım
- I will marshal a fair amount of scientific data to support my argument.
Tom oldukça iyi dans edebilir, değil mi?
- Tom can dance fairly well, can't he?
O, İngilizceyi oldukça iyi konuşur.
- He speaks English fairly well.
Onun açık bir teni vardır.
- She has a fair complexion.
Onun açık renkli bir cilt ve saçı vardır.
- She has a fair skin and hair.
Ben Çince'yi oldukça iyi okuyabilirim ama çok iyi yazamam.
- I can read Chinese fairly well, but I can't write it very well.
Yaklaşık üç yıl süren yoğun çalışmadan sonra Tom Fransızcada çok akıcı oldu.
- Tom became fairly fluent in French after about three years of intense study.
Tom sana adilane davranıyor, değil mi?
- Tom has been treating you fairly, hasn't he?
Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.
- Tom is telling the truth, I'm fairly certain.
Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.
- As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever.
Seni dürüstçe uyardım.
- I gave you fair warning.
Sen dürüstçe kazandın.
- You won, fair and square.
Adil ve makul olmadığından dolayı önerinizi kabul edemem.
- I can't agree to your proposal on the ground that it is not fair and reasonable.
Bunu için makul bir fiyat ödedik.
- We paid a fair price for it.
O, İngilizceyi oldukça iyi konuşur.
- He speaks English fairly well.
Tom Fransızcayı oldukça iyi konuşur değil mi?
- Tom speaks French fairly well, doesn't he?
Tom'un ondan hoşlanmayacağından oldukça eminim.
- I'm fairly certain that Tom won't like that.
O, peri masallarından hoşlanır.
- She likes fairy tales.
Çekicilikle insanları değerlendirme düşüncesi benim için adil görünmüyor.
- The thought of rating people by attractiveness does not seem fair to me.
Yaşam adil değil ama hala güzel.
- Life isn't fair, but it's still good.
Gökyüzü güzel hava vaadediyor.
- The sky promises fair weather.
Dün gece ipek ve ince kumaş hakkında ya da eşitlik ve adil yargılama hakkında bir rüya gördüm.
- I dreamt a dream last night, about silk and fine cloth or about equality and fair trial.
Gökyüzü güzel hava vaadediyor.
- The sky promises fair weather.
Yaşam adil değil ama hala güzel.
- Life isn't fair, but it's still good.
Erkek kardeşi esmer olduğunda onun nasıl bu kadar sarışın olduğunu anlayamıyorum.
- I can't understand how she can be so fair when her brother is swarthy.
Bunun hakkında haklı olduğumdan oldukça eminim.
- I'm fairly sure I'm right about this.
Yargılama tamamen adil değil.
- The judgment isn't entirely fair.
O benim için tamamen adil görünüyor.
- That seems completely fair to me.
The weather this weekend will be fairly dry.
10. You will be civil and attentive to passengers, giving proper assistance to ladies and children getting in or out, and never start the car before passengers are fairly received or landed.
She had fair hair and blue eyes.
He must be given a fair trial.
Monday's child is fair of face.
If single, probably his plighted Fair / Has in his absence wedded some rich miser .
one's fair name.
When will we learn to distinguish between the fair and the foul?.
... But it's a fairly small place. ...
... fairly soon. ...