In critical moments even the very powerful have need of the weakest.
- Kritik anlarda en güçlülerin bile zayıflara ihtiyacı vardır.
The boat uses a motor for the power.
- Tekne güç için bir motor kullanır.
Western nations have to put their heads together to strengthen the dollar.
- Batılı ülkeler doları güçlendirmek için baş başa verip düşünüyorlar.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
What happens when an unstoppable force hits an unmovable object?
- Durdurulamayan bir güç sabit bir cismi vurursa ne olur?
Japanese forces marched into Burma.
- Japon güçleri Birmanya'ya yürüdü.
It is justice, and not might, that wins in the end.
- Sonunda kazanacak olan güç değil adalettir.
The pen is mightier than the sword.
- Kalem kılıçtan daha güçlüdür.
The ability to show weakness is a strength.
- Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.
Hercules had strong muscles.
- Herkül'ün güçlü kasları vardı.
You need to have strong thigh muscles to skate.
- Paten yapmak için güçlü uyluk kaslarının olması gerekir.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Calm is a virtue of the strong.
- Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.
Tom has a strong sense of duty.
- Tom'un güçlü bir görev duygusu var.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
His poems are difficult to understand.
- Onun şiirlerini anlamak güçtür.
The old woman climbed the stairs with difficulty.
- Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Tom could hardly keep from laughing when he saw Mary trying to juggle some balls.
- Tom Mary'yi top cambazlığı yapmaya çalışırken gördüğünde gülmemek için kendini güçlükle frenledi.
The Ukrainian security forces are trying to occupy the towns and villages between Donetsk and Luhansk in order to cut off those two important cities from each other.
- Ukrayna güvenlik güçleri bu iki önemli kenti birbirinden ayırmak amacıyla Donetsk ve Luhansk arasındaki kasaba ve köyleri işgal etmeye çalışıyorlar.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
Japan's army was very powerful.
- Japonya'nın ordusu çok güçlüydü.
This United Nations resolution calls for the withdrawal of Israel armed forces from territories occupied in the recent conflict.
- Bu Birleşmiş Milletler kararı İsrail'in silahlı güçlerinin son çatışmalarda işgal edilen bölgelerden çekilmesini istemektedir.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.
He had no difficulty in solving the problem.
- Sorunun çözümünde hiç güçlük çekmedi.
I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian.
- Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.
The old man escaped, but with difficulty.
- Yaşlı adam kaçtı ama güçlükle.
The old woman climbed the stairs with difficulty.
- Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Franco's forces took control in Spain.
- Franko'nun güçleri İspanya'da kontrolü ele geçirdi.
Tom has difficulty controlling his anger.
- Tom öfkesini kontrol etmekte güçlük çekiyor.
Tom could hardly wait for the chance to go swimming again.
- Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu.
Tom could hardly stand the pain.
- Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu.
Do you remember that baffling murder case?
- O güç cinayet davasını hatırlıyor musunuz?
The pen is mightier than the sword.
- Kalem kılıçtan daha güçlüdür.
She chose the most spirited horse in the stable.
- O, ahırdaki en güçlü atı seçti.
A powerful spirit resides in the forest.
- Güçlü bir ruh ormanda ikamet eder.
This boat is made with high grade aluminum and high strength iron.
- Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.
I don't like eating pineapples. They have a strong smell.
- Ben ananas yemekten hoşlanmıyorum. Onların güçlü bir kokusu var.
Paul is more vigorous than Marc.
- Paul Marc'tan daha güçlü.
The slave has his pride; he agrees to obey only the most vigorous despot.
- Kölenin gururunu vardır; o sadece en güçlü despota itaat etmeyi kabul eder.
He was a forceful leader.
- O, güçlü bir liderdi.
My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
- Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.