After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop.
- Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.
Christopher Columbus did not find fame. It was fame who found Christopher Columbus.
- Christopher Columbus, ün bulmadı. Christopher Columbus'u bulan ündü.
He had no luck in finding work.
- Onun iş bulma şansı yoktu.
Finding his office was easy.
- Onun ofisini bulmak kolaydı.
The detectives found no other evidence.
- Dedektifler başka kanıt bulmadı.
The detective used a magnifier to find some clues.
- Dedektif bazı ipuçlarını bulmak için bir büyüteç kullanır.
Finding his office was easy.
- Onun ofisini bulmak kolaydı.
Finding his office was easy.
- Onun bürosunu bulmak kolaydı.
Searching is dangerous. Sometimes you discover something you didn't at all want to find.
- Araştırma tehlikelidir. Bazen hiç bulmak istemediğin bir şeyi bulursun.
The real journey of discovery doesn't consist in exploring new landscapes but rather in seeing with new eyes.
- Gerçek bir keşif yolculuğuna çıkmak yeni manzaralar bulmakla olmaz ancak onlara yeni gözlerle bakmakla olur.
Tom did his best to find a reason to stay.
- Tom kalma sebebi bulmak için elinden geleni yaptı.
I wish I was smart enough to invent something that sold well enough for me to get rich.
- Keşke benim zengin olmam için yeterince satan bir şeyi bulmak için yeterince akıllı olsam.
This rare stamp is hard to come by.
- Bu nadir pulu bulmak zordur.
Jobs are hard come by these days.
- Bu günlerde iş bulmak zordur.
Why am I the one who has to come up with all the ideas?
- Bütün fikirleri bulmak zorunda olan kişi neden benim?
Why do I have to come up with all the ideas?
- Neden bütün fikirleri bulmak zorundayım?
X rays are used to locate breaks in bones.
- X ışınları kemiklerdeki kırıkları bulmak için kullanılır.
It took one week to locate their hiding place.
- Onların saklanma yerini bulmak bir hafta sürdü.
We have to find out what happened to Tom.
- Tom'a ne olduğunu bulmak zorundayız.
Our sun will run out of energy in about five billion years. If anyone is around when it happens, they’ll have to leave Earth and find a new planet.
- Bizim güneşimizin yaklaşık beş milyar yıl içinde enerjisi tükenecektir. Bu olduğunda herhangi biri etraftaysa, onlar dünyayı terk edip yeni bir gezegen bulmak zorunda kalacaklar.
Scientists haven't found a cure for cancer yet.
- Bilim adamları henüz kanser için bir çare bulmadılar.
Zebras and giraffes are found at a zoo.
- Zebralar ve zürafalar bir hayvanat bahçesinde bulunurlar.
I had great difficulty in finding my ticket at the station.
- İstasyonda biletimi bulurken büyük zorluk yaşadım.
Finding her office was easy.
- Onun bürosunu bulmak kolaydı.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop.
- Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.
We have to find a way to reach Tom.
- Tom'a ulaşmak için bir yol bulmak zorundayız.
The detective used a magnifier to find some clues.
- Dedektif bazı ipuçlarını bulmak için bir büyüteç kullanır.
You've got to get a steady job.
- İstikrarlı bir iş bulmak zorundasın.
It's getting easier to find audio files by native speakers for almost any language you might want to study.
- Neredeyse öğrenmek isteyebileceğin her dilde yerli konuşurlar tarafından hazırlanmış ses dosyalarını bulmak kolaylaşıyor.
He contrived a means of speaking to Nancy privately.
- O, Nancy ile özel olarak konuşmanın bir yolunu buldu.
He contrived a means of speaking to Nancy privately.
- O, Nancy ile özel olarak konuşmanın bir yolunu buldu.
The police detective found a bloody knife.
- Polis dedektifi kanlı bir bıçak buldu.
The detective found absolute proof of the man's guilt.
- Dedektif adamın suçuyla ilgili kesin kanıtı buldu.
Police have failed to turn up any new evidence about the murder.
- Polis cinayetle ilgili herhangi bir yeni kanıt bulmakta başarısız oldu.
He interpreted my silence as consent.
- O, sessizliğimi uygun bulma olarak yorumladı.