means of subsistence; sustenance; estate

listen to the pronunciation of means of subsistence; sustenance; estate
Английский Язык - Турецкий язык

Определение means of subsistence; sustenance; estate в Английский Язык Турецкий язык словарь

living
{s} canlı

O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da. - It's a living being, so of course it shits.

İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak. - So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.

living
living wage geçindirebilecek maaş
living
yaşayarak

Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi. - Tom spent years living on the streets of Boston.

Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur. - Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.

living
dirimli
living
(Ticaret) maişet
living
yaşayan

Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir. - Most living creatures in the sea are affected by pollution.

Londra'da yaşayan bir arkadaşım var. - I have a friend living in London.

living
geçinme

O kamptaki mülteciler bir aydır kıt kanaat geçinmektedirler. - The refugees in that camp have been living from hand to mouth for a month.

Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun? - Do you know what Tom does for a living?

living
sağ

Tom geçimini neyle sağlar? - What does Tom do for a living?

Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor. - He makes a living as a salesman.

living
{s} yaşayanlara özgü
living
tıpkı
living
{i} hayat

Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor. - He earns his living by teaching English.

Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım. - I'm tired of living this kind of life.

living
kuvvetli
living
{i} yaşam

Sizinle yaşamayı seviyorum. - I love living with you.

Yalnız yaşamaya alışkın. - She is used to living alone.

living
{i} geçim yolu
living
{i} geçim

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı. - The poor girl made a living by selling flowers.

living
{i} yaşam tarzı

Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi. - My grandmother never changed her style of living.

Yeni yaşam tarzına alıştı. - He got accustomed to the new way of living.

living
{s} güncel
living
canlandırıcı
Английский Язык - Английский Язык
living
means of subsistence; sustenance; estate

    Расстановка переносов

    means of subsistence; sustenance; es·tate

    Произношение

Избранное