It goes without saying that smoking is bad for the health.
- Sigara içmenin sağlık için zararlı olduğunu söylemeye gerek yok.
It is possible to talk for a long time without saying anything.
- Hiçbir şey söylemeden uzun bir süre konuşmak mümkündür.
I forgot to mention it to you.
- Bunu sana söylemeyi unuttum.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
Telling lies is a very bad habit.
- Yalan söylemek çok kötü bir alışkanlıktır.
There is no telling when we will fall ill.
- Ne zaman hastalanacağımızı söylemek imkansız.
Do you like listening to music or singing songs?
- Müzik dinlemeyi mi yoksa şarkılar söylemeyi mi seversiniz?
Ken kept on singing that song.
- Ken o şarkıyı söylemeye devam etti.
Generally speaking, boys can run faster than girls.
- Genel olarak söylemek gerekirse, oğlanlar kızlardan daha hızlı koşabilirler.
Strictly speaking, she didn't like it at all, but she didn't say a thing.
- Sıkı bir şekilde konuşulursa, o bundan hiç hoşlanmadı ama bir şey söylemedi.
Linda stood up to sing.
- Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.
Yumi's hobby is singing popular songs.
- Yumi'nin hobisi popüler şarkılar söylemek.
What she wants to say just adds up to a refusal.
- Onun söylemek istediği sadece reddedeceği anlamına geliyor.
I felt quite relieved after I had said all I wanted to say.
- Söylemek istediğim her şeyi söyledikten sonra oldukça rahatlamış hissettim.
To tell the truth, this matter does not concern it at all.
- Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
I want to tell you something important.
- Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
I remember what he said.
- Onun ne söylediğini hatırlıyorum.
Bogdan said he would be there tomorrow.
- Bogdan, yarın orada olacağını söylemişti.
He confessed he had to lie.
- Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.
She told me that she had bought a CD.
- Bana bir CD aldığını söyledi.
Don't forget what I told you.
- Sana söylediklerimi unutma.
Tom called to tell Mary that he'd be late.
- Tom geç kalacağını Mary'ye söylemek için aradı.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
I may not be able to speak French as well as Tom, but I can usually communicate what I want to say.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamayabilirim ama genellikle söylemek istediğim şeyi diyalog kurabilirim.
I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say.
- Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.
I carried on singing.
- Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.
We enjoyed singing songs together.
- Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.
To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
- Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
To put it bluntly, he's mistaken.
- Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.
I don't use languages to talk and say nothing. I use them to serve humanity.
- Ben dilleri konuşmak ve bir şey söylemek için kullanmam. Ben onları insanlığa hizmet etmek için kullanırım.
Wise men talk because they have something to say; fools, because they have to say something.
- Akıllı insanlar söyleyecek bir şeyleri olduğu için ; aptallar, bir şey söylemek zorunda oldukları için konuşurlar.
I want to show you something.
- Size bir şey söylemek istiyorum.
Instead of just saying you love her, do something to show how much you love her.
- Sadece onu sevdiğini söylemek yerine onu ne kadar çok sevdiğini gösterecek bir şey yap.
I don't have to say a word.
- Bir söz söylemek zorunda değilim.
He always wants to have the last word.
- Son sözü hep kendisi söylemek ister.
I'll have to mention it to them.
- Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
Don't open your mouth if you are not certain that what you want to say is better than silence.
- Söylemek istediğin şeyin sessizlikten daha iyi olduğundan emin değilsen ağzını açma.
Tom opened his mouth to say something.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı.
Please say it in English.
- Lütfen onu İngilizce olarak söyle.
An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
- İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
This is confidential, I can only tell him personally.
- Bu gizli, sadece ona kişisel olarak söyleyebilirim.
He hasn't said anything publicly, but in confidence he told me he's getting married.
- O bana alenen bir şey söylemedi ama sır olarak o bana evleneceğini söyledi.
Could you please tell me why you love her?
- Onu neden sevdiğini lütfen bana söyler misin?
Please tell me your address.
- Lütfen adresini bana söyle.
He received a telegram saying that his mother had died.
- O, annesinin öldüğünü söyleyen bir telgraf aldı.
He sent me a letter saying that he'd arrive at ten tomorrow morning.
- O bana yarın sabah onda varacağını söyleyen bir mektup gönderdi.
He opened his mouth as if to speak, but didn't say anything.
- Konuşacakmış gibi ağzını açtı ama hiçbir şey söylemedi.
Tom told his son not to speak with his mouth full.
- Tom oğluna ağzı doluyken konuşmamasını söyledi.
He was unwilling to tell us his name.
- O, bize adını söylemek için isteksizdi.
You don't have to tell me his name.
- Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.
I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break.
- Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.
It is my sad duty to tell you that Tom has passed away.
- Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.
Singing is my passion.
- Şarkı söylemek benim tutkumdur.
Tom couldn't keep lying to Mary. He felt he just had to tell her the truth.
- Tom Mary'ye yalan söylemeyi sürdüremedi.O sadece ona gerçeği söylemek zorunda olduğunu hissetti.
Tom had no qualms about lying.
- Tom yalan söylemekten hiçbir vicdan azabı çekmiyordu.
We all felt embarrassed to sing a song in public.
- Hepimiz halkın önünde bir şarkı söylemeye utandık.
I like to sing songs.
- Şarkı söylemekten hoşlanıyorum.