I would like to live in the quiet country.
- Sakin bir ülkede yaşamak istiyorum.
All of us want to live as long as possible.
- Hepimiz mümkün olduğu kadar uzun yaşamak istiyoruz.
That's why I like traveling, and would like to experience many different cultures.
- Bu nedenle seyahat etmeyi severim ve pek çok farklı kültürü yaşamak isterim.
You don't need to be an artist in order to experience beauty every day.
- Her gün güzelliği yaşamak için sanatçı olmana gerek yok.
I'm sick of this hand-to-mouth existence.
- Kıt kanaat yaşamaktan usandım.
Tom knows he doesn't have long to live.
- Tom yaşamak için uzun zamanı olmadığını biliyor.
We love our mother almost without knowing it, without feeling it, as it is as natural as to live.
- Biz neredeyse bilmeden, hissetmeden annemiz severiz, çünkü o yaşamak kadar doğaldır.
I'd rather die now than vegetate for fifty more years.
- Elli yıl daha ot gibi yaşamaktansa şimdi ölmeyi tercih ederim.
Mike has a friend who lives in Chicago.
- Mike'ın Şikago'da yaşayan bir arkadaşı var.
Nobody lives in this house.
- Bu evde hiç kimse yaşamıyor.
If it wasn't for alcohol, none of us would exist.
- Eğer alkol olmasa, hiç birimiz yaşamayız.
I'm sick of this hand-to-mouth existence.
- Kıt kanaat yaşamaktan usandım.
Caribou can see ultraviolet light. This ability is crucial to their survival in a harsh Arctic environment.
- Caribou ultraviyole ışığı görebilir. Bu yetenek sert Arktik ortamda yaşamaları için hayati önem taşımaktadır.
I wonder if keeping your head down and living safely is a survival instinct.
- Başını yere eğmenin ve güvenle yaşamanın bir hayatta kalma içgüdüsü olup olmadığını merak ediyorum.
I love living with you.
- Sizinle yaşamayı seviyorum.
I think that our living together has influenced your habits.
- Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
I am having trouble with the car = araba ile sorun yaşıyorum.
Tom and Mary and their children all live together in a small house on the outskirts of Boston.
- Tom ve Mary ve çocukları hepsi Boston'un kenar mahallelerinde küçük bir evde birlikte yaşamaktadır.
They don't want to live together.
- Birlikte yaşamak istemiyorlar.
Tom is hard to live with.
- Tom ile birlikte yaşamak zor.
Tom is easy to live with.
- Tom ile birlikte yaşamak kolay.
To love life means to live well.
- Hayatı sevmek, iyi yaşamak anlamına gelir.
Long live the brotherhood of all peoples.
- Yaşasın tüm halkların kardeşliği.
Long live the Soviet Union!
- Çok yaşa Sovyetler Birliği!
Hurray! I have found it!
- Yaşasın! Ben onu buldum!
Tom knows a man who lives in Boston.
- Tom Bostonda yaşayan bir adam tanıyor.
Do you know where Miss Hudson lives?
- Bayan Hudson'un nerede yaşadığını biliyor musunuz?
What animals inhabit those islands?
- Şu adalarda hangi hayvanlar yaşar?
Animals inhabit the forest.
- Hayvanlar ormanda yaşar.
I like living with you.
- Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
I love living with you.
- Sizinle yaşamayı seviyorum.